5 Ağustos 2011 Cuma

Benim neslim...

 Coktandır gazete ve tv. ıle aram yok zaten memlekette gazetede yok,televızyonda yok.Var diyen beni kandıramaz,lütfen kendinide kandırmasın.Var olan sadece bırkaç degerli ,cesur,durust gazetecı  ve yazar var.sadece onların yazılarını okuyorum.Bu baglamda Yılmaz ÖZDİL'E tesekkurlerımle.

 

Erol TANRIVERDİ.

 

Benim neslim... 


Yılmaz ÖZDİL'den 


Ermenistan Cumhurbaşkanı, “Ağrı’yı alabilecek miyiz?” diye soran gençlerine, “Bu sizin neslinize bağlı... Benim neslim, üzerine düşen görevi başarıyla yerine getirdi, Karabağ’ı düşmanın elinden aldı, bundan sonrası sizin neslinizin başarısına bağlı” dedi.
*
Benim neslim ise... “Hepimiz Ermeni’yiz” diye sokaklarda yürüdü.
*
Futbol Federasyonu’nun ambleminde Ağrı Dağı bulunan Ermenistan’la milli maç yaptı, Erivan’da milli marşımızın ıslıklanmasını naklen seyretti, sonra ayıp olmasın diye, Bursa’daki maçta Azerbaycan bayraklarını yasakladı.
*
Adamlar bize günahını bile vermezken, benim neslim Eurovision’da Ermenistan’a 12 tam puan verdi. (Hatta,mümkünse 22 puan verebilir miyiz diye sorduğumuz... Eurovision yöneticilerinin ise, yalakalığın bu kadarı da fazladiye reddettiği iddia edildi.)
*
Benim neslimin gazetecileri...
Soykırım Anıtı’na çiçek koydu.
Saygı duruşunda bulundu.
*
Benim neslim, Türkiye ile Ermenistan arasındaki hakemliği, bırak soykırımı tanımayı, soykırım yoktur diyeni
hapse tıkan İsviçre’ye yaptırdı.
*
Benim neslimin “1 milyon Ermeni’yi öldürdük” diyen yazarı, “onur konuğu” olarak Çankaya Köşkü’ne davet edildi.
*
Benim neslimin liboşları “Atalarımız soykırım yaptı, özür diliyoruz
diye imza kampanyaları açtı.
*
Benim neslim, soykırım yalanıyla
adeta tek başına mücadele eden ve dolayısıyla benim neslimi utandıran,
Türk Tarih Kurumu Başkanı Profesör Yusuf Halaçoğlu’nu görevden aldı.
*
Benim neslim, Soykırım
Kongresi’ne ev sahipliği yapan
Avrupa Parlamentosu’nun heyetine
ev sahipliği yaptı, TBMM’de ağırlayıp ziyafet verdi, çini tabak hediye etti.
*
Benim neslim, video kliplerinde Atatürk’ün fotoğrafını gösterip “katillll” diye bağıran, Ermeni rock grubu
System of a Down 
için fun kulübü kurdu.
*
Beyrut Büyükelçiliği Başkâtibimiz Oktar Cerit, iman tahtasından vurularak şehit edildi; katilin kim olduğu belliydi ama, yakalanmadı. Beyrut Büyükelçiliğimiz tarandı, füze fırlatıldı. Beyrut Büyükelçiliğimizin askeri ataşesi’ninotomobili havaya uçuruldu. Beyrut THY bürosu bombalandı. Paris Başkonsolosluğumuzu silahlarla işgal
edip, 56 Türk’ü rehin alan, Konsolos Kaya İnal’ı ağır yaralayan, güvenlik görevlimiz Cemal Özen’i şehit eden Asala teröristleri, Lübnanlıydı. Topkapı Sarayı’nı otomobilin bagajına yerleştirdikleri bombayla havaya uçurmayı planlarken, erken patlama sonucu ölenAsala teröristleri, Lübnanlıydı. Asala, ilk radyo yayınını Beyrut’ta başlattı. Lübnan, sözde soykırımı tanıdı, bizi bebekkatili ilan etti.
*
Benim neslim...
Lübnan’a Türk Telekom’u verdi.*
Obama’nın memleketi sözde soykırımı kanırta kanırta tanırken... Benim neslim, Obama gelecek diye Anıtkabir’e oda parfümü sıktı. Çankaya Köşkü’nde dip köşe temizlik yaptı. Cumhurbaşkanımız vişneli yaprak sarması, peynirli suböreği, içliköfte, tava lagos, deniz börülcesi, enginarlı mantı, limon kremalı safran sosu gezdirilmiş fıstıklı baklava, nevzine ve kaymaklı ayva tatlısı ile Kayseri mutfağında önemli yeri olan Corvus Teneia ve Sarafin CabernetSauvignon şarapları ikram etti. TBMM’ye giden Obama’ya TBMM Başkanımız lokum tattırdı, ayakta alkışlayanmebuslarımız el sıkışmak için kuyruğa girdi. İstanbul’a geçen Obama’ya Dolmabahçe Sarayı Müsabihan Köşkü’nde Türk sanat musikisi dinletisi sunuldu. Sultanahmet Camii’ne girerken ayakkabılarını çıkaran Obama, benim neslimeduygulu anlar yaşattı. Ayasofya’ya girerken sütunun kenarında oturan kediyi okşadı, benim neslim Obama’nınayakkabılarını ve kediyi canlı yayına çıkardı, ayakkabıların 45 numara, “Gli” isimli mübarek kedinin de şaşı olduğu ve daha önce Ayasofya’yı ziyaret eden Papa tarafından okşanarak kutsandığı ortaya çıktı. Tophane-i Amire’de üniversite öğrencilerine konuşan Obama, sanki beş vakit namaz kılıyormuş gibi “ezandan önce bitirelim” dedi, pektakdir edildi. Adanalı kebapçı 5 koyun keserek yaptığı 5 metrelik kebabı Obama’ya ithaf etti. Ceyhanlı bi bakkal,Obama’nın kızlarına Cooker cinsi yavru köpek hediye edeceğini müjdelerken, Sivas daha atik davrandı, Kangalgönderdi. Bartınlı ev hanımı ise, först leydi Mişel Obama’ya tel kırmalı işlemeli şal postaladı. Van’ın Gürpınar İlçesi’nebağlı Çavuştepe Köyü’nde 44’üncü Başkan Obama şerefine 44 kurban kesildi, davul zurnayla halay çekenÇavuştepe sakinleri adına basın açıklaması yapan Abdülkerim Kulaz “her zaman arkasındayız” dedi. Obama’nın ninesinin Kogelo köyünden hemşerileri olan ve Kayseri İmam Hatip Lisesi’ne devam eden Kenyalı öğrenciler televizyona çıkarıldı, Türkiye sizinle gurur duyuyor diye omuzlara alınarak, baklava yedirildi. Samsunlu yerel sanatçı, üzerine “Mister Obama” yazdırdığı kemençesiyle özel beste yaptı. Vezirköprülü el sanatları öğretmeni, Obama ailesine seccade, yemeni ve Osmanlı yeleği tasarladı. Beyşehirli balıkçılar, air force one’a 6.5 kilo sazan gönderdi,“iyi de yolda kokmaz mı?” sorusu üzerine açıklama yapan Beyşehirli balıkçı Mehmet Sezen “bi şeycik olmaz, straforkutularda buzladık” dedi. Uzaylı sanatçımız Mustafa Topaloğlu “Hello Obama, hoş eldin başkanlığa, durdur busavaşları, bitsin artık gözyaşları, geri getir umutları” klibini yayınladı, hit oldu.
*
Değerli gençler...
*
Benim neslim üzerine düşeni yaptı.
Bundan sonrası sizin neslinize bağlı!



İyi çalışmalar saygı ve sevgiler
Murat Binzet
-----------
"Ne mutlu Türküm diyene",
Atatürk'ün ünlüsözüdür.
İslamcı yobazların ve bölücülerin,
 iddia ettiğinin tersine, asla ırkçılık içermez.

9 Nisan 2011 Cumartesi

CUMHURBAŞKANI SEÇİMİ.

Bu yazı bu gun ıcın gundem dışı gelebılır cumhurbaşikanlıgı swcımı ne alaka dıyebılırsınız ama siz yınede başlıga takılmayın ve aşagıdakı metın dekı cumhurbaşkanı yazılarını kaldırıp yerine milletvekili yazın işte o zaman bu yazının herzaman için gündemde oldugunu goreceksınız.

      CUMHURBAŞKANI SEÇİMİ.

      Cumhurbaşkanı adayımız belırlendı.Hayırlı olsun diyelim mi?Olurmu hep   beraber göreceğiz.
      Bu konuda epeydir bir süreç işliyor.Gerilim seçim getirdi.Sonuç:aynı iktidar aynı muhalefet aynı basın ve aynı aydın takımı yani genelseçim öncesi saflar ve saflardakiler değişmedi değişen tekşey MHP,DSP,blücülerin sözcüleri ve AB nin yolu diyarbakırdan geçer diyebilme ŞEREFsizliğini gosteren bir siyasetci eskisi bagımsız olarak mecliste.Bu değişim birilerine göre iyi olmuş şeklinde algılanabilir.Ama bana göre değil.Bu değişiklik de senaryonun bir parcası.Cumhurbaşkanlığı krizini hatırlarsak ne olmuştu eminim herkez hatırlıyor ama biz nedense balıkhafızalı bir millet oldugumuzdan(bir kısım insanımızı tenzih ederim)bır kere daha hatırlatmakta fayda var.Efendim başı örtülü cumhurbaşkanı eşini istemezüüük.Digerleri olacak efendim meclis cogunlugu bende.Ben ne ıstersem onu yaparım.Babalar gibi seçerim demişmiydi. demişti ve ne oldu? kriz geldi secim oldu tablo gene değişmedi.Seçmenimizde paşa paşa gıttı oyunu bunlardan yana kullandı.BEN KULLANMADIM ARKADAŞ.
      Bu tezgahın suç ortagı olmak istemedım.
      Oy vermek istediğim partinin genel başkanı bile bu tezgahın carklarını yağlarken kıme oy verecektım kı.Tepkımı gostermek ıcın ATP den
      İstanbul 3,bölge milletvekili adayı oldum.Oyumu kendime verdim
      Benden milletvekili olurmuydu?
Şuan secılmişlerin büyük bir kısmına baktıgımda,
      liderlerin mitinglerdeki ahbap çavuş ilişkisi içerisindeki komedi atışmalarını izledikten sonra, hele ki AŞAGIDAKİ yazıdaki yazılan hiçbir konuda birkelime bile etmeden, genel seçimi cumhurbaşkanlıgı güven oylamasına dönüştürüp gündemde o kadar hayati memleket meselesi varken, olayı sadece namaz kılan cumhurbaşkanı ve başörtülü eşi ekseninde basitleştirip,secmenin dikkatini tek bu yöne çektiklerini görünce benden cok iyi bir millet vekili olurmuş dedim.

      BU YAZIYI LÜTFEN OKUYUN OKUTTURUN VE YORUMLARIZI MUTLAKA BEKLİYORUM.

      Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin

      Nasıl Bir Cumhurbaşkanına İhtiyacı Var!

      Cumhurbaşkanının süresi içinde seçilememesi devletimizi erken seçime sürükledi. Şimdi önümüzde yeniden cumhurbaşkanını seçme serüveni var.
      Birçok kuvvet merkezi, siyasi partiler, basın yayın kuruluşları, bütün imkânlarını kullanarak kendi adaylarının seçilmesini istemektedir. Hatta bir kısım dış mihraklar kendi politikalarına uygun bir ismin seçilmesi için girişimlerde bulunmaktadır. Bu konuda alabildiğine yoğun bir mücadele sürdürülmektedir. Bu makama mutlaka belli bir dünya görüşüne sahip bir isim seçilmelidir! Derin mihrakların isteği bu… Bu konuda çok ciddi spekülasyonlar yapılmaktadır. Çünkü bu mesele, klasik manada bir “taht kavgası”dır. Bütün imparatorluklarda bu taht kavgaları tarih boyunca hep olagelmedi mi? Cumhurbaşkanının bir türlü seçilemeyişi bu taht kavgası anlayışının bir sonucudur.

      Türkiye Cumhuriyeti gibi bir devletin Cumhurbaşkanlığı makamı gerçekten de çok önemli bir makamdır. Bu makamı, iç politika hesabı yapan birçok kesim sadece imza atma makamı ve önemli tayinleri yapan bir makam olarak değerlendirmektedir. Alışılageldiği gibi, günlük protokol işlerini yapan, suya sabuna dokunmayan, sadece çok önemli mevkilerdeki, ya da kendi tabirleriyle, kilit noktalardaki devlet memurlarının tayini ile önem kazanan bir makamdır Cumhurbaşkanlığı makamı.
      Anayasamızın cumhurbaşkanlığı müessesesinin görev ve yetkileri konusunda atfettiği önem de, gerçekte Türk Milleti’nin bu makama verdiği önem değildir. Türk Milleti’nin bu makama bakış tarzı, bu makamdan beklentisi farklıdır. Türk Milleti, iç politika hesapları yapılarak seçilecek bir Cumhurbaşkanı ile asla ilgilenmemektedir. Çünkü Türk Milleti’nin, imparatorluktan gelen bir millet olarak, derinliğine düşünüldüğünde, beklediği Cumhurbaşkanı ve o makamın yapması gereken görevler bugünkü Cumhurbaşkanlığı modeli ile temsil edilememektedir. Bu müessese, hiçbir şekilde iç politika hesapları yapılarak tartışılacak bir konu değildir. Cumhurbaşkanlığı gibi bir makamı iç politika hesapları ile yozlaştırmak son derece yanlıştır. Bu konuyu tartışan Türkiye elitlerinin, köşe yazarlarının tartışma şekli bile, devletimizin ne kadar zaaf içinde bulunduğunu göstermektedir. Böylesine büyük bir makamı basit bir makammış gibi düşünmek, konuya; şu mu olsun, bu mu olsun şeklinde yaklaşmak son derece basit, derinlikten ve her türlü stratejik bilgiden uzak, magazin bir yaklaşımdır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bulunduğu konum itibariyle, konunun bu şekilde tartışılması ve sinema artistlerinin de, ses sanatçılarının da Cumhurbaşkanı olabileceği gibi yaklaşımla işin basite indirgenmesi, hatta alaya alınması hatalıdır. Bu konuya bu yaklaşım şekli, aslında genel olarak toplumumuzun ve devletimizin neden geri olduğunu da izah etmeye yetecek bir sosyolojik yaklaşım şeklidir.

      Neden böyle düşünüyoruz!
      Öncelikle Türkiye elitlerinin bu konuyu anlaması için, Türk milletinin uzun tarihi yürüyüşü içerisinde bugün bulunduğumuz noktanın neresi olduğunu çok iyi anlaması ve yorumlaması gerekir. Hangi liderlerle bugüne gelindiğini tespit etmesi gerekir. Büyük milletlerin aydınları öncelikle bunu yapar.
      Şu anda “muasır medeniyetler” sıralamasında dünyada belki sonlardayız. Yüz yıl önce dünya savaşına giren bir devlet, bugün adı sanı bilinmeyen ufak bir devlet konumunda… Bunun sebebi, öncelikle elitlerin devlet ve millet hayatına atfettikleri önem konusunda kafalarında büyük davalarının olmamasıdır.
      Bilinmelidir ki; demokrasinin getirdiği rehavet ortamında, teknokratların, sıradan ekonomistlerin, gazetecilerin, kendi meslekleri ile sınırlı eğitim almış olan benzeri diğer politikacıların devlet idaresinde söz sahibi olmaları, devletimizin gerçek devlet adamları tarafından idare edilme şansını ortadan kaldırmıştır. Buna tarihimizde “devlet adamı noksanlığı” denmişti. Eskilerin tabiri ile bu “kaht-ı rical”, milletimizin yüzyıllardır mağlubiyetine ve geri çekilmesine sebep olmuştur.
      Başında iyi idareciler bulunmadığı için Türk Milleti Batı tarafından mağlup edilmiştir. Türk Milleti Viyana bozgunundan sonra, devlet adamı noksanlığı sebebiyle üç yüz yıldır geri çekilmektedir. Bunun nedenlerini araştırmak gerekli değil midir? Acaba, o günkü devlet adamları Osmanlı devletini idare edecek kapasitede liderler miydi? Mesela; “işleri vezire ısmarlayan” II. Selim… Ya da, Köprülüler sülalesinden gelenler hariç, diğer sadrazamlar… Mesela Mithat Paşa… Peki, aynı devleti, kapasitesi yüksek, devlet adamlığı özelliği taşıyan bazı liderler nasıl çekip çevirmişlerdi. Ya da, en kötü zamanda ortaya çıkan liderler, mesela Atatürk, nasıl milletimizin makûs talihini yenmişlerdi! Onlar da insandı… Demek ki, gerçekten insan faktörü çok önemlidir.
      Üç yüz yıldır bir türlü başarılı olamayışımızın sebepleri içinde gerçekten devlet adamı noksanlığı faktörünü aramak gerekmez mi! Bunun için diyoruz ki; önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçimi gerçekten çok büyük önem arz etmektedir. Unutulmamalıdır ki, Batı âlemi ile kesin hesaplaşma asla yapılmamıştır. Türk Milleti’nin Cumhurbaşkanı ve aydını, toplumlar arasındaki medeniyetler çatışmasının devam ettiğini bilerek hareket etmelidir. Derinine hiçbir davası olmayan, “hayata ve olaylara şaşı bakan” bugünkü aydın bakış açısı ile seçilecek Cumhurbaşkanı yine Türk Milleti’nde hayal kırıklığı yaratacaktır. Bu elit kadronun önerisi ile seçilecek cumhurbaşkanının milletimizin problemlerini bilen bir cumhurbaşkanı olması ihtimali zayıf görünmektedir. Türk milletinin hayati hiçbir meselesini bilmeyen, problemlerini, yaralarını, düşmanlarını bilmeyen bu söz sahibi takımla belki bir üç yüz yıl daha kaybedebiliriz. “Gaza” kültürünü bilmeyen, Haçlı Seferlerini bitti sanan aydın takımının seçeceği cumhurbaşkanı ile bir üç yüz yıl daha kaybedebiliriz. Ufukları dar, çapsız, hayatın ve kâinatın olaylarına hangi gözle baktığı meçhul olan bugünkü sığ görüşlü aydın takımının önerdiği cumhurbaşkanı ile çok daha zaman kaybedebiliriz.
      Bu bakımdan diyoruz ki; seçilecek Cumhurbaşkanının Batı’yı çok iyi tanıması gerekmektedir. Yeni seçilecek Cumhurbaşkanımızın AB. ni çok iyi tanıması gerekmektedir. Çünkü milletimizin Avrupa ile ilgili derinlikleri vardır. Hesaplaşma henüz tamamlanmamıştır. Hala, Ayasofya’nın hilallerini söküp haç taktırmayı planlayanlar var. Avam Kamaları’nda, Avrupa Parlamentoları’nda ülkemizle ilgili olarak söylenen sözler hafızalardadır. Batılı siyaset adamlarının, bilim adamlarının, hatta edebiyat adamlarının, milletimiz için neler düşündüğü ve söylediği ortadadır. 500 yıldır Batı’lı düşünürlerin rüyası olan Avrupa Birliği, bugün gerçekleşmiştir. Türkiye’nin bu birliğe girmek istemesi bile hazin bir tablodur. Hala İstanbul’a ve Boğazlara hâkim, hala Anadolu’ya ve Kıbrıs’ın kuzeyine hâkim, hala Türk ve İslam dünyasının ümidi olarak var olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti karşısında kurulan Avrupa Birliği, gerçekte Avrupa İmparatorluğu’dur. Bir defa buna inanması gerekir yeni seçilecek Cumhurbaşkanının. Bu konu, sokaktaki adamın, sıradan ekonomistin, hasbelkader profesör olmuş yarı aydının, konuyla uzaktan yakından ilgisi olmayan vekillerin anlayacağı bir konu değildir.
      Çünkü Anadolu çok çetin bir yerdir. Anadolu’da bir sürü millet batmıştır. Anadolu’da üç büyük imparatorluk batmıştır. Bu toprakların savunulması zordur. Burası netameli bir yerdir. Bu sebeple 1071’den beri Anadolu’da bulunan Türklerin bu toprakları nasıl savunduğunu, İran’la ve Batı ile ilişkilerini seçilecek yeni Cumhurbaşkanının çok iyi bilmesi gerekmektedir.
      Anadolu’yu savunmak, burada tutunmak gerçekten maharet ister, bilgi ister, devlet adamlığı ister. Lider ister.
      Türk milletini bugün idare edenlerin bir sürü zaafla dolu olduğunu görmek, ebet-müddet Türk Devleti’nin kadim düşmanları karşısında nasıl çökme tehlikesi ile karşı karşıya bulunduğunu görmek ve çaresiz kalmak bütün vatanseverleri kahretmektedir. Türk milleti ümitle beklemektedir. Yeni Cumhurbaşkanı ile yeni ufuklara açılmak Türk milletinin en tabii isteğidir, arzusudur. Çünkü vatan savunmasında işimiz çok zordur. Türk milletinin beklentisi bu bakımdan çok büyüktür.
      Yeni cumhurbaşkanımız; hayat ve kâinat görüşü belirginleşmemiş, farklı ideolojik düşünceleri elimine edemeyen, kendi milletinin doktrin yapısını, medeniyetinin temellerini bilmeyen, farklı medeniyetlerin daima çatışacağını bilmeyen, strateji ilmini bilmeyen, liderlik vasfı olmayan bir sıradan aydın asla olmamalıdır.
      Türk milletinin ve devleti’nin problemlerinin nasıl çözüleceğini düşünemeyen, sorunları Batılı dostları ile birlikte çözmeye çalışan “İttihatçı”, “Jöntürk”çü kadroların devletimize nasıl bir ikinci Endülüs hazırladıklarına tarih şahit olmuştur. Bu sebeple; geçmişte kadrolaşan bu düşüncelerin üç yüz yıllık çabasını boşa çıkaracak, düşünen, sadece ekonomiyi değil, birikmiş tarihi problemlerimizi bilen ve milletimizi şu anda içine yuvarlandığı krizden kurtaracak bir Cumhurbaşkanı Türk milletinin beklediği yegâne liderdir, yegâne insandır.
      Türk Milleti’nin liderine yüklediği misyon tarihi bir misyondur. Türk milletinin hanlarına, hakanlarına, hükümdarlarına yüklediği anlam bu idi. Bu tarihi misyonu taşımayan bir zatın Cumhurbaşkanı olarak seçilmesi, büyük devlet olma şansımızı daha çok azaltacaktır. Böyle bir durumda milletimizin ümidi yine bir başka bahara kalacaktır.
      Bu sebeple; siyasi partilerin, politikacıların, hatta basının konuyu tartışma şeklini eksik, hatta hatalı buluyoruz. Yapılması gereken, iç politika endişelerinden sıyrılarak, devletimizin ve milletimizin geleceğini düşünerek, şu yukarıda sayılan nitelikleri taşıyan, tarihi bir görevle görevli olduğunu anlayan, lider özelliği olan bir şahsı bulup aramızdan çıkarmaktır. Mühim olan budur. Bu ölçünün dışında “eşi başörtülü olmaz” gibi süfli yaklaşımlar asla bizim ölçülerimiz değildir.
      Türk Milleti’nin lideri bu anlamda bir lider olmalıdır. Türk Milleti’ni yenibaharlara, yeni hedeflere ulaştıracak ve insanlığın yeni ufuklarına yelken açabilecek yeni liderlerin çıkacağı beklentisi bizim için fantezi bir düşünce değildir.
      Türkiye Cumhuriyeti’ni 21. yüzyıla büyük bir devlet olarak taşıyacak liderdir asıl beklenen.

      Yeni seçilecek Cumhurbaşkanından Türk Milleti’nin beklentisi budur. Belki de gerçekten böyle bir Cumhurbaşkanı Türk Milleti’ni gayrete getirecek, uyandıracak ve şahlandıracaktır. 1683 Viyana bozgunundan beri dünya dördüncülüğüne, beşinciliğine, onunculuğuna, yüzüncülüğüne düşen Türk Milleti’nin devleti yeniden belki de dünya liderliğini böyle bir Cumhurbaşkanı ile yakalayacaktır…
 Ne dersiniz?
Yukarıdaki  metini kaleme alan
Sayın Mikdat TOPCU’ya sonsuz teşekkürlerimle.

 Erol .TANRIVERDİ.

GÖZYAŞLARIMI BİRİKTİRİYORUM.


     GÖZYAŞLARIMI BİRİKTİRİYORUM.

      BU YAZIYI BEN YAZMADIM.BU BIR ALINTIDIR.YAZAN KİŞİDEN KULLANMAK İÇİN İZİN DE İSTEMEDİM.ÇÜNKÜ O KADAR HOŞUMA GİTTİ Kİ SİZLERLE PAYLAŞMAK İSTEDİM.
      Göz yaşLarımı biriktiriyorum, iLerde kendime ait bir göL yapacağım.

      Göz yaşLarımı biriktiriyorum, iLerde kendime ait bir göL yapacağım. Kenarında küçük, ağaçtan bir ev oLacak. İçine küçük çiviLer çakıp, özenLe sakLadığım büyük özLemLerimin resmini asacağım. Şömine de yaLnızlığımdan kestiğim kuru odunLar yanacak ve ısıtacak içerisini, içimi . Serseri ruhumun postunu önüne serip, üstünde, itinayLa yaşadığım sevdaLarımın yıLLanmış şarabını içeceğim. Neden çalmıyor diye düşünebiLeceğim bir teLefonum oLmayacak. Beni buLmak isteyenLer, sessizLiğimin içindeki sesi takip ederek kapımı çaLabilecekLer.. ki bu ses sadece duymak isteyenLere duyuracak kendini . Kapımın önünü, fiLtresini çocukluğumun renkLi düşlerinin ateşLediği bir gaz Lambası aydınLatacak. Bahçemde umutlarımla suLayacağım ve her mevsim yüzünü gösterecek çiçekLer açacak. Pencere kenarLarına, tutkuLarımı yoğurarak yaptığım saksıLarı yerLeştireceğim. PerdeLer, inatçıLığımın işe yaramayan parçaLarından arta kaLanlardan yapıLacak ve güneş her sabah o perdeLerin arasından sızarak , vücudumun bir kadın olduğunu unutan yaraLı yanlarını uyandıracak. Şarkılarımın öksüz kalan notalarını , bir baba iç güdüsüyLe büyütüp. yemeyip yedirecek, giymeyip giydireceğim.. ŞarkıLarım bir aile özLemi çekmeden atıLacak hayata ..biLdiğim her şeyi onlara öğretip, gün be gün güzeLLeştiklerini görerek sevineceğim. KeLimelerimin bekareti zamanı geLince bozuLacak ve keLimelerim istedikLeri cümLeLerin içine girip, orgazmın dorukLarına onLarı okuyan gözlerLe beraber çıkacakLar. Güneş batımLarında, üstüme, yakLaşan karanLığın montunu aLarak, kurduğum iskeLeden göLe oLta atacağım. Misinama takıLan baLıkLar, mangaLda bekLeyen heyecanLarımın kömüründe kızaracak. Her akşam masamda bir otuzbeşLik hüzün, boL zeytinyağLı gönüL saLatası, üstünde bir demet maydanoz oLan umut doLu bir haydari ve beyazLığını düşLerimden aLan bir parça peynir oLacak. Sigaramın dumanını aLsın diye masanın bir köşesine de, cevapsız kaLan soruLarımdan yaptığım bir mum yakacağım. ŞarkıLar sırayLa dudakLarımı ziyarete geLecek, hüznümün tuzLu göz yaşLarını meLodiLerimin içinde başıma taç yapacağım. Sıradan bir günün sıradan bir gecesinden geçerken, şarkıLar gözLerimi uzakLara taşıyıp yakınLarıma getirecek. ÖzenLe sakladığım bol köpüklü isyanlarımı yolluk namına içeceğim... sarhoşluğum sadece sadık yarim yaLnızLığımdan geLecek. Başımı yaLnızlığımın omzuna yasLayıp, ısLanan gözLerimi eLLerimin yorgun parmakLarıyla siLeceğim. Hiç beLLi oLmaz, beLki de gereksiz korkuLarımın tahtaLarından yaptığım saLLanan sandaLyemde geceye daLacağım. OLur da sızmazsam eğer, içimde hep benimLe beraber oLan sevimLi hayLazLığıma sarıLarak uyuyacağım. Vadesi çoktan doLmuş ve sabırLa bekLeniLen sıcak kavuşmaLar girecek düşLerime ve her sabah yüzümde bu düşLerin bıraktığı buruk güLümsemeLerLe uyanacağım. İnkar edeceğim aynaya yansıyan sevimsiz bakışLarımı ve endişeLerime inat, eLinde baLonla bekLeyen çocuk yüreğimin kapısını sevdaya araLık bırakacağım. Evet ... göz yaşLarımı biriktiriyorum .. İLerde kendime ait bir göL yapacağım. Kenarında küçük ve ağaçtan bir ev oLacak. Evim çok güzeL oLacak ... ve ben utanmadan sevişeceğim o evde bütün güzeLLiklerLe.. AğaçLar bile kıskanacak ve göLgesini düşürecek en derin sohbetLere. Göz yaşLarımı biriktiriyorum ... İLerde kendime, suLarında çırıLçıpLak yüzebiLeceğim bir göL yapacağım
      NOT:YAZININ NOKTASI VİRGÜLÜNE BILE DOKUNMADAN AYNEN TAŞIDIM.BEGENECEGİNİZİ UMARIM.

25 Aralık 2010 Cumartesi

Gazeteci Yazar Banu Avar'dan korkunç iddia..

Gazeteci Yazar Banu Avar'dan korkunç iddia

image

Gazeteci-yazar Banu Avar, "37 üniversitemize 54 Amerikan istihbarat görevlisi geldi" dedi.
Avar, Karabük Esnaf Kefalet Kooperatifi Toplantı Salonunda yaptığı konuşmada, Karabük Üniversitesinde (KBÜ) panel vermek için buraya geldiğini ancak buna izin verilmediğini söyledi.
Amerika'nın Ankara Büyükelçiliğinden KBÜ'ye heyetler gönderildiğini ve konuşmalar yaptıklarını, kendisinin de bu nedenle buraya geldiğini anlatan Avar, şöyle dedi: "Bütün üniversitelere Amerikan heyetleri gidiyor.  54 tane Amerikan İstihbarat görevlisi Türkiye'ye getirildi. Bunlar çeşitli üniversitelere İngilizce öğretmeni kılığında sokuldu. Karabük Demir ve Çelik Fabrikaları (KARDEMİR) AŞ'de işçiler ayaklanınca buraya geldi Amerika'lılar. Burası Türkiye'nin en önemli yerlerinden biri. Böyle bölgelere daha da yoğunlaşıyorlar o yüzden üniversitelere gidip geliyorlar. Bende hemen arkasından bu nedenle üniversiteye gelmek istedim. Önce kabul edildi son anda iptal edildi. 2004-2008 yılları arasında özellikle Amerikan İstihbarat örgütlerinin ülkeleri nasıl çökerttiği ile ilgili 82 bölüm program yaptım. Engeller oldu yarısı sansürlenerek çıktı."
Haber / Batı Karadeniz Ekspres Gazetesi

19 Ekim 2010 Salı

Sınırda PKK Karakolları mı Kurulacak? Hükümet, Sınır Güvenliğini PKK'ya mı Verecek?

Sınırda PKK Karakolları mı Kurulacak? Hükümet, Sınır Güvenliğini PKK'ya mı Verecek?

Sınır karakollarına baskınlar yapılıyor, şehit veriyoruz. Hükümetimiz acı çekiyor şehit haberlerinden, bunu önlememiz gerek ama nasıl?


Özel birlikler kurulmalı, profesyonel olmalı, bölgeyi iyi tanımalı…

Bu özelliğe sahip ABD’nin başından atmaya çalıştığı bir PKK var, üstelik Barzani de rahatsız bunlardan, Hükümet de rahatsız…


Özel ordu olmalı, özel eğitimli olmalı, Irak-Türkiye sınırını korumalı…

Irak kuzeyinde bu özelliğe sahip çok PKK’lı var, üstelik bölgeyi iyi bilen, arazi koşullarına alışkın, üstelik fazla maaş da istemeyen…


Bu özel insanlarla artık şehit vermeyeceğiz, sınırlarımızı koruyacağız ve terör de bitecek…

Şehit vermeyeceğimiz doğru; karakola PKK’lıları koyarsanız, PKK kendi karakoluna saldıracak değil ya…

Sınırları koruyacağız, elbet koruyacağız; PKK bu, ona kim saldıracak, sınırı kim geçecek…

Terör bitecek, elbet bitecek; getirin bütün PKK’lıları Irak’tan, verin ellerine sahte nüfus cüzdanları, başvursunlar Belediye Başkanlıklarına “özel güvenlik elemanı olmak için”, seçsin Diyarbakırlı Baydemir onların en iyilerini, koysun karakollara terör biter…

Evet, terör biter; kurun PKK’nın ordusunu, bağlayın yerel yönetimlere, verin TOKİ’den birer ev ve maaş, çıkarın “Belediyelere Özerklik Yasası”nı terör biter…

Ne yapıyor bunlar?

PKK’yı Irak’tan çıkarmak için “özel güvenlik” adı altında PKK’nın ordusunu mu kuracaklar?

Türkiye demokratik savunma mekanizmasını hemen harekete geçirmeli ve bu süreci durdurmalıdır. Bu gidişat artık gidişat değildir, kendimizden korkumuz ama çocuklarımız gelecekte ne yapacak, bunu düşünmemiz gerek.

Türkiye derhal erken seçime gitmelidir, bunun için de referandum önümüzde bir fırsattır. Referandum da “HAYIR” demek, bu gidişata HAYIR demektir, bu durum bizi erken seçime götürür.

AKP bizim partimiz olabilir, ona oy verenler bizim kardeşlerimizdir ama bu siyaset bizim değildir, değiştirilmesi şarttır…
 
Mevzuubahs olan; millete saltanatını, hâkimiyetini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız¿? meselesi değildir. Mesele, zaten emrivâki olmuş bir hakikati ifadeden ibarettir. Bu, behemehâl, olacaktır. Burada içtima edenler, Meclis ve herkes meseleyi tabiî görürse, fikrimce muvafık olur. Aksi takdirde, yine hakikat usûlü dairesinde ifade olunacaktır.

Fakat ihtimâl, bazı kafalar kesilecektir!

PKK'nın Eylemsizlik ve Geri Çekilme Kararı, Bir AKP Tuzağıdır!

PKK'nın Eylemsizlik ve Geri Çekilme Kararı, Bir AKP Tuzağıdır!

Şu soruyu sorabilirsiniz:

Türkiye’nin Doğu’sundaki siyasi gelişmeler Kürt devleti için zaten bir zemin hazırlamıştır, o halde ABD ya da Erdoğan siyaseti PKK’dan vazgeçemez mi?

Hem geçmez, hem geçemez.

Vazgeçmezler, çünkü PKK ile işleri bitmedi henüz, sırada İran var, Suriye var.

Olası bir İran savaşında PKK’yı kullanacaklar.

Öte yandan, “Büyük Kürdistan” parçalarını birleştirmek için, zamanı geldiğinde İran ve Suriye’ye karşı PKK’yı kullanacaklar, bu yüzden vazgeçmezler.

Vazgeçemezler, çünkü PKK’yı öylesi bir kurumsal yapıya ulaştırdılar ki, yok etmek için harekete geçtiklerinde, PKK’nın da karşı atakları ortaya çıkacak, bundan çekiniyorlar.

PKK’nın karşı atağı nedir?

PKK, AB ülkelerinde yaygın bir siyasi cepheye sahiptir.

Türkiye’de ise, Habur olayı ile halkla bütünleşmiş ve halkın temsilcisi konumuna gelmiştir. Irak kuzeyinde Barzani içinde silahlı unsurlar yerleştirmiştir. Barzani bölgesinde, bugün peşmerge olup geçmişte PKK olan binlerce insan vardır.

Dolayısıyla, olası bir ABD harekâtında PKK’nın karşı koz olarak kullanabileceği üç önemli alan ortaya çıkmaktadır;

birincisi, Avrupa ve Türkiye’de ağır toplumsal olaylar çıkarmak. Türkiye’de çıksın, biz alışık can vermeye, bu yüzden küresel güçler bizim kayıplarımızı umursamayacaktır, şimdiye kadar umursamadıkları gibi.

Ama ya Avrupa?

AB ülkelerinde çıkacak ve günlük yaşamı felç edecek toplumsal olaylar, AB siyasetini rahatsız eder ve oradaki insanlar bizim çektiklerimize katlanamaz. Bu demektir ki AB siyaseti, PKK’ya karşı bir harekata destek vermeyecektir.

Öte yandan, Irak kuzeyindeki PKK’ya yönelik bir ABD harekatında ise, PKK-Barzani çatışması kaçınılmaz bir durum olarak ortaya çıkar.

Bu da, küresel siyasetin Kürt devleti projesini sekteye uğratacağı için ABD, böyle bir harekatı asla yapmayacaktır.

Sonuç olarak, PKK sorunu bizi terk etmeyecektir. Barzani peşmergesi ölmesin ya da Avrupalı insanlar rahatsız olmasın ya da küresel projeler sekteye uğramasın için, Mehmetçik ve bizler, Erdoğan siyaseti tarafından terör ateşine atılmaktayız.

Bu tablo içerisinde, PKK ile sözde uzlaşma zeminin aranması ya da BDP ile barış görüşmeleri gibi konular, bize kurulmuş olan tuzağın bir başka yönüdür. Amaç; bu tür arayışlarla kamuoyunu oyalamak ve yapılması düşünülen anayasal değişikliklere zemin hazırlamaktır.

Bu zemin, referandum sonrasında hemen hazırlanmaya başlamıştır. Erdoğan siyaseti, PKK’nın siyasi kolu BDP ile görüşmelere başlamış ve PKK örgütü de sözde eylemsizlik kararı almıştır.

Bugün Eylül 2010’dur. Kış gelmektedir.

Yurt içinde PKK üyeleri, yurt dışındaki kamplarına gitmek için yola çıkmıştır bile. Kısacası örgütün kış uykusuna geçme zamanıdır.

Dolayısıyla adına eylemsizlik diyerek, sözde uzlaşma arayışlarına geçmek, örgüt için bir siyasi taktiktir. Bu taktik aynı zamanda Erdoğan siyaseti için de geçerlidir, çünkü referandumdan güçlü çıkmış ve anayasal değişikleri yapmak için de bir zemin kazanmıştır.

2011 yılı ilk döneminden itibaren, örgüt kış eğitimini yaparak gelecek yaza eylem için hazırlanırken, Erdoğan siyaseti de anayasal düzenlemelerle bir Kürt devletine yasal temel oluşturmaya çalışacaktır.

Önümüzdeki yaz aynı zamanda genel seçim yazıdır. AKP zihniyeti, teröre son vereceğini kamuoyuna anlatarak oy toplamaya çalışacaktır. Hatta bu düzenlemelerle ülkeye barış geleceği iddiasında bulunarak güven kazanmaya gayret edecektir.

Diğer tarafta eylem hazırlığını tamamlayan PKK örgütü, baharla birlikte ara sıra eylem yaparak bir yandan varlığını sürdürecek, öte yandan “barış isteniyorsa eğer anayasal düzenleme” yapılmasının şart olduğunu söyleyerek Erdoğan siyasetine güç kazandıracaktır.

İşte iç siyaset yönünden Kurt Kapanı budur. Türkiye, örgüt ve siyaset sarmalına alınacaktır.

İçine çekildiğimiz tuzağın dış siyaset yönü ise, ABD ve AB’nin, “Türkiye iyi yolda yürüyor” diyerek Erdoğan siyasetine verdiği desteğin sürdürülmesiyle şekillenecektir.

Bu da Kurt Kapanı’nın dış sarmalıdır.

Peki, iç ve dış siyaset, karşımıza nasıl bir anayasa çıkaracaktır?

Öncelik, Anayasa’nın 66 ncı maddesinde yazılı olan “Türk” kimliğinin kaldırılmasına verilecektir. Buna ait çalışmalar da başlamış durumdadır. Bakın Yeniçağ’dan Fatih Erboz’un yazısına;

“TBMM’de zaman zaman yaşanan birçok kavgada ismi ön planda olan AKP Grup Başkanvekili Ayşenur Bahçekapılı, hükümetin “PKK açılımı” politikasının bir sonucu anayasanın değiştirileceğini belirterek, “Demokratikleşmek için Türklük tanımının anayasadan çıkması gerektiğini” dile getirmişti.

Açılım çerçevesinde, dağlardaki Türklükle ilgili yazıların kaldırılması, öğrencilerin “Andımızı” okumaması gibi taleplerle birlikte, 66. maddedeki Türklük tanımının da değiştirilmesi talebi dile getirilmişti. 3

01. maddedeki değişikliğin ardından alevlenen tartışmalar sırasında AKP Grup Başkanvekili Ayşe Nur Bahçekapılı, “Anayasayı değiştireceğiz, vatandaşlıktaki Türklük tanımını kaldıracağız.

Yoksa demokratikleşmeyi yapamayız. Herkes kendi etnik kökenini ifade edebilecek ve üst kimlik olarak ’Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım’ diyecek. Bu sorunu çözer” demişti.

BDP ise anayasanın başlangıç bölümüyle birlikte 66. maddenin de değiştirilmesini talep etmişti. ABD’de yayımlanan raporlarla Türklüğe karşı girişilen altyapı hazırlığı ortaya çıkmıştı.”

Ardından Kürt-Laz-Çerkez gibi çok etnik farklılıkları ifade eden “genel bir kimlik” arayışına geçilecektir.

Bakınız adı TRT olan TRT’ye; “TRT Kürt” açtılar, yetmedi, “TRT Arap” açtılar yetmedi, şimdi de “TRT Türk” açtılar.

Ne demektir bu; “Türk ülküsü” etnik bir kimliğe dönüştürülebilir mi?

Projenin bir parçası işte bu; kimliksiz toplum, kimliksiz birey!

Burada yaratılmak istenen “genel kimlik”, aslında kimliksiz bir toplum ve bireyi ifade etmek için kullanılacaktır.

Bunun üzerine çok din, çok dil, çok bayrak, çok toprak gibi tek olan devleti ve tek milleti parçalamak ve Doğu’da ayrı bir devlet ve millet yaratabilmek için, aklınıza gelen her “çok” u ekleyebilirsiniz.

Peki, bunu da yapsalar, Türkiye aradığı huzur ve güvenliğe kavuşacak mıdır? Hayır.

Çünkü küresel siyasetin adı PKK olan örgütü, nihai hedefe ulaşılıncaya kadar ortadan kaldırılmayacak, bir tehdit unsuru olarak yanı başımızda yaşatılacaktır, ta ki bu örgüt, kurulması planlanan Kürt yönetiminin başına geçinceye ve teröristlerin de bu yeni oluşumun güvenlik gücü oluncaya kadar.

Hatırlarsınız, Erdoğan siyaseti “Özel Ordu” diyerek böylesi bir çalışma da başlatmıştı ancak Türk Ordusu ve kamuoyunun tepkileri üzerine geri çekilmişti ve bu konuyu gündemden şimdilik kaydıyla düşürmüştü.

Peki, ne olacak, biz ne yapacağız?

Not: Henüz baskıya girmemiş kitabımızdan bir alıntı, taraf gazetesi bir bomba iddia atmış, pkk ırak'a çekiliyormuş, cevap olsun için yeri geldi yazdım...


Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.

Uğur Mumcu ve Kürt Dosyası...

Uğur Mumcu ve Kürt Dosyası...

Neden Uğur Mumcu? (24 Ocak 1993)

Daha geçenlerde ağabeyi Ceyhan Mumcu’yu Show TV televizyonu Siyaset Meydanı programında dinledik, hem de can kulağıyla.

Uğur Mumcu cinayeti hakkında şunları söyledi, çok şey söyledi ama bizim akılda not tuttuklarımız şunlar;

“Uğur’un ölümünden önceki son altı ay içinde yazmış olduğu tüm yazıları araştırdım. Yazdığı makale ve yazıların %75’i, ABD’nin Irak kuzeyinde kurmayı planladığı Kürt devleti projesine ait olduğunu gördüm. Uğur, ABD’nin Irak projesi, Barzani ve Talabani’nin faaliyetlerine dikkatleri çekmeye çalışmış. Uğur’un ölümünde radikal dini gurupları aramak ve İran’ın bu işin arkasında olduğu söylemek doğru değildir. ABD’nin Kürt devleti projesine bakmak lazım…”

Kitabımız içinde Uğur Mumcu’dan yapılmış olan alıntılara baktığımızda, hem Ceyhan Mumcu’nun sözlerinin ne denli isabetli olduğu, hem de Mumcu’nun son yazılarının nerdeyse tamamında;

ABD’nin Irak kuzeyinde Bir Kürt devleti kurduğunu, bu projenin Sevr projesinin bir devamı olduğunu, PKK, Barzani ile Talabani’nin bu projede işbirliği yaptığını, nerdeyse haykırarak söylemiş olduğu görülecektir.

Uğur Mumcu’nun son yazdığı kitap; Kürt Dosyası, ama yarım kaldı, ömrü yetmedi, tamamlayamadı. Kitabı okuduk ve yarım kalmış kitapta geçen konuları ardı ardına sıraladık:

1. “Öcalan’ın 31 Mart 1972’de gözaltına alınması, tutuklanması ancak ardından kuşkulu bir biçimde bu soruşturma dışında tutulup serbest bırakılması.
Fakülte yönetimi tarafından korunması, askerlik hizmetinin ertelenmesi, üstelik devlet bursu verilmesi. 1973’te Mahir Çayan’ın silahlı devrim görüşlerini benimseyen Öcalan’ın PKK’nın ilk tohumlarını atması.

2. 1978’te Öcalan’ın Kesire ile evlenmesi. Kesire’nin, Tunceli isyanlarını bastıran Korgeneral Abdullah Alpdoğan ile ayaklanma sırasında sık sık görüşen ve çevresinde “devlet yanlısı ve CHP’li” olarak tanınan Ali Yıldırım’ın kızı olması.

Ali Yıldırım’dan yola çıkılarak 1938 Tunceli isyanına uzanması. İsyanının bastırılmasında asıl kişilik olarak Korgeneral Abdullah Alpdoğan’ın gösterilmesi ki bu durum, kitabın son sayfalarına kadar uzanmaktadır.

3. 1938 Tunceli isyanının, 1925’te çıkan Şeyh Sait ayaklanmasının bir devamı olduğunun vurgulanması. Arada çıkan ayaklanmaların incelenmesi.

4. 1925 Şeyh Sait isyanı ile 1938 Tunceli yakalanmasının ardından Kürt Hoybun örgütü ile Ermeni Taşnak partisi işbirliğinin incelenmesi. Bu işbirliği sonucu Ağrı ayaklanmasının çıkarılması. Bu ayaklanmaya İngiliz casusu Lavrence’in yardım etmesi. Ermeni Ruben Paşanın da ayaklanmayı desteklemesi.

5. Tunceli bölgesinin Alevi-Sünni olduğu ve Kürtlerin Türk soyundan geldiğinin tespiti. Çözümün cehaletin yok edilmesi ve taassubun kırılmasında olduğu.

6. Seyid Rıza’nın bölgede güç kazanması. Bölgedeki 347 ailenin mecburi iskana tabi tutulması. Bu amaçla 1932’de iskan kanunun çıkarılması ve kanun ile Aşiret ayrıcalıklarının kaldırılması, Feodal yapının kırılması. 1960’ta ek liste ile 55 ağanın daha Batı’ya gönderilmesi.

İskan kanunu ile Türkiye’ye gelen 247 bin 295 göçmenin Doğu illerine yerleştirilmesi ancak tapu verilmediğinden bunları Batıya geri dönmesi. Dersim ıslahat planının yapılması ancak uygulanamadığı.

7. Fransız ajanlarının Kürtleri isyana kışkırtabilecek faaliyetlerinin olduğu.

8. Bölgenin ıslahı için yapılmış olan planlar ve raporların özeti. 1934 Soyadı kanunu ile ağa, bey, Hafız, Hoca, Molla gibi unvanların kaldırılması. Dersim’in Türk olduğuna vurgu yapılması. Sorunun feodal yapıdan kaynaklandığı. Bazı yörelerde Türklerin Kürt olarak nüfus kaydına alınmış olması. Kürt nüfusunun hızla artması.

9. Kürt ve Ermeni örgütlerinin işbirliği. Fransızların Kürtler için alfabe yapması. Ermenilerin Kürtlere destek vermesi ve Kürdoloji enstitüsü açması, kongre düzenlemesi. Suriye’de 14 farklı ayrılıkçı unsurun Kürtçülük üzerinden işbirliği yapması ve bunlar içinde Nakşiler tarikatının da bulunduğu. Amacın; Büyük Ermenistan ve Kürdistan Ermeni-Kürt birliğini kurmak olduğu, bu birliğin sınırlarının Toroslardan başladığı.

10. Merzifon’daki Amerikan kolejinde silah ve cephane bulunması ve buradaki bir raporda, “Amerikan nüfuzunun Anadolu’da temini için Ermenileri ele almak, Kürt ve Kızılbaş kanı Ermeni kanıdır diyerek bunları Türk camiasından koparıp Ermeni camişasına yamamak” şeklinde bir planın bulunması. Tunceli’de hükümet kurulması meselesinin bir Ermeni casusunun işi olması.

11. Alpdoğan’ın raporu; Doğu’daki sorun cehalettir, feodal yapıdır. Kürtler büyük Türk ailesindendir.”

Amacımız; Uğur Mumcu’nun yarım kalmış kitabını zihinlerimizde tamamlamaya çalışmaktır. Anlamaya çalışıyoruz, özellikle de son kitabını yazarken ne düşündüğünü ve neyi amaçladığını.

Kitapta geçen ana konular budur. Şimdi bu konularla anlatılmak istenen nedir, ona bakalım.

Bize göre yarım kalan kitabın sonu şudur;

1. Öcalan şüpheli bir kişiliktir, Kürdistan projesi için seçilip yetiştirilmiştir.
2. Doğu sorunun temelinde feodal yapı(Ağalar, beyler, şeyhler ve şıhlar) bulunmaktadır.
3. Devlet feodal ağalığı kaldırmaya çalışılmış ancak bu engellenmiştir.
4. Çözülemeyen Doğu sorununu, küresel güçler Kürdistan projesi için kullanarak Cumhuriyet’e karşı halk isyanı çıkarmışlardır.
5. Küresel güçlerin projesi; Büyük Ermenistan ve Kürdistan’dır, yani Sevr projesidir, bu amaçla “Ermeni-Kürt ittifakı” yani “Taşnak-Hoybun ittifakı” yapılmaktadır.

- Peki, ne amaçla yetiştirilmiştir Öcalan?
- Bu açık; Ermeni-Kürt işbirliği yapılarak, içine ne kadar etnik farklıklar varsa konularak, Nakşi tarikatının da desteğiyle “Büyük Ermenistan ve Kürdistan”ın hayata geçirilmesi için.

- Peki, kime karşı?
- İşte bu da açık; Ben Türk’üm diyenlere karşı, Türk varlığı ve kimliği içinde yaşamaktan güç bulanlara karşı, Anadolu’daki Türk kimliğine ve varlığına karşı.

- Peki, kim var bu projenin ardında?
- Bu ise çok açık; İsrail. Strateji İsrail’in, güç ABD’nin, siyaseti ise AB’nin.

Uğur Mumcu’nun son yazdığı makale de, tıpkı kitapta anlatmak istediklerini doğrular niteliktedir.

Irak kuzeyinde kurulması planlanan Kürt devletinin ardında İsrail’in bulunduğunu yazmaktadır Uğur Mumcu çünkü Barzani’nin MOSSAD ile bağı vardır[1];

“Ortadoğu’nun karanlık bir kuyu olduğu her gün biraz daha anlaşılıyor. Kanıtlanan son ilişki MOSSAD-Barzani ilişkisidir. MOSSAD, İsrail’in gizli istihbarat örgütüdür. Bu örgütün, Kürt lideri Molla Mustafa Barzani ile ilişkileri olduğu söylense daha önce kim inanırdı? Barzani’nin CIA ile ilişkisi artık belgelendi. Kimse bu ilişkiye, “Hayır olmadı” diyemiyor. CIA-Barzani ilişkileri biliniyordu da MOSSAD-Barzani ilişkileri bilinmiyordu. MOSSAD’ın Barzani ile ilişkileri Londra ve Sydney’de yayınlanan “Israel’s Secret Wars-A History of Israel’s Intelligence Services” adlı kitapta sergileniyor.”

Uğur Mumcu yazısında Barzani’nin CIA-MOSSAD ile bağlantılı olduğunu ve her ay düzenli para aldığını açıklıyor;

“Bu kitapta MOSSAD-Barzani ilişkileri, İsrail Dışişleri Bakanlığı ve MOSSAD yazışmalarına dayanılarak açıklanıyor. Önsözde, kitabın yayından önce İsrail ordu yetkilileri tarafından da incelendiği yazılıyor. Kitapta 1967 Arap-İsrail Savaşı’ndan sonra, MOSSAD’ın Kürtlerle ilişki kurduğu (sh.327), Mısırlı ünlü gazeteci Hasan el-Heykel’in İsrailli subayların Kürtler aracılığıyla Irak’tan radyo bağlantıları kurduğunu 1971 yılında açıkladığı anlatılıyor. 1969 yılı Mart ayında Kerkük petrollerine yapılan saldırının da İsrail tarafından yapıldığı açıklanıyor.

1972 yılında imzalanan Sovyet-Irak Dostluk Antlaşması’ndan sonra İran Şahı ABD Başkanı Nixon ile gizli görüşme yapıyor;

Bu gizli görüşmeden sonra CIA tarafından “Kürdistan Demokratik Partisi”ne üç yıl içinde 24 milyon dolar gönderiliyor. Barzani’nin Irak rejimine karşı ayaklandığı yıllarda, ABD-İsrail-İran üçlüsü bu ayaklanmayı destekliyor. Barzani-ABD ilişkileri, ABD Dışişleri eski bakanı Henry Kissinger eliyle yürütülüyor. MOSSAD-Barzani ilişkileri de İsrail’in Tahran’daki askeri ateşesi Yaakov Nimrodi (MOSSAD Ajanı) aracılığı ile gerçekleşiyor. Nimrodi’nin üstlendiği görev ilginç: Nimrodi Sovyet silahlarının Barzani’nin eline geçmesinde rol oynuyor. (sh. 328-329) Kitapta, MOSSAD’dan Kürtler’e 50 milyon dolar para verildiği, ABD kaynaklarına dayanarak açıklanıyor. (sh.328)”

Barzani MOSSAD ilişkisi sıradan bir ilişki değildir, görmezden gelinemez. İsrail’in planlarıyla bire bir örtüşmektedir.

İsrail “Yahudi Kürdistan” projesiyle de örtüşmektedir.

Mumcu’nun öldürülmesinden bu yana tam 17 yıl geçti. Bugün bizim çözmeye çalıştığımız ABD-AB-İsrail küresel üçlüsünün küresel planlarını, inanıyoruz ki Mumcu çözmüştü hem de yıllar önce.

Mumcu’nun susturulmasıyla medya da susturuldu, çünkü Uğur Mumcu’nun o günlerde haykırdıklarını şimdilerde anlatan olmuyor hiç.

PKK’yı kuran kim?

PKK’yı kimin kurduğunu öğrenmek için PKK’nın hangi tarihte kurulmuş olduğuna bakmamız gerekiyor.

Ne zaman kuruldu? 27 Kasım 1978.

Bu tarihin bir önemi var mı, yani neden bu örgüt bu tarihte kuruldu? Uğur Mumcu’dan dinleyelim;

“Hoybun Kürt örgütü bir bildiri yayınlayarak “Kürt ulusunun özgür ve bağımsız yaşama isteğini dile getirdi. Bildiri ayrıca Ermeni-Kürt dayanışmasına da vurgu yaptı. Ermenilerle Kürtler anlaşmıştı. Ermeniler, büyük bir kısmı Kürtlerin devlet kurmak istedikleri topraklar üzerindeki haklarından vazgeçecekler, Amerika ve Avrupa’da Kürtler lehine propaganda yapacaklardı. 1925’te Marsilya’da toplanan sosyalist enternasyonalde, Ermeniler Kürt bağımsızlığını savunan bir bildiri yayınladılar.”

Uğur Mumcu’yu öldüren, sizce kimdir?
Cevap: Mumcu’nun yazdıklarıyla ortaya çıkarılmaya çalışılan Ermeni-Kürt ittifakı ile bu ittifakın silahlı gücü PKK, her iki projenin mimarları ve bu mimarların içimizdeki siyaseti ile köstebekleridir.

Biraz uzun oldu ama ihaneti anlatabilmek kolay değil…

BUGÜNLERDE YAŞADIKLARIMIZLA BİRE BİR ÖRTÜŞTÜĞÜ İÇİN, UĞUR MUMCU'NUN BİZE NE
ANLATMAK İSTEMİŞ OLDUĞUNA DİKKAT ÇEKMEK İSTEDİM...