25 Aralık 2010 Cumartesi

Gazeteci Yazar Banu Avar'dan korkunç iddia..

Gazeteci Yazar Banu Avar'dan korkunç iddia

image

Gazeteci-yazar Banu Avar, "37 üniversitemize 54 Amerikan istihbarat görevlisi geldi" dedi.
Avar, Karabük Esnaf Kefalet Kooperatifi Toplantı Salonunda yaptığı konuşmada, Karabük Üniversitesinde (KBÜ) panel vermek için buraya geldiğini ancak buna izin verilmediğini söyledi.
Amerika'nın Ankara Büyükelçiliğinden KBÜ'ye heyetler gönderildiğini ve konuşmalar yaptıklarını, kendisinin de bu nedenle buraya geldiğini anlatan Avar, şöyle dedi: "Bütün üniversitelere Amerikan heyetleri gidiyor.  54 tane Amerikan İstihbarat görevlisi Türkiye'ye getirildi. Bunlar çeşitli üniversitelere İngilizce öğretmeni kılığında sokuldu. Karabük Demir ve Çelik Fabrikaları (KARDEMİR) AŞ'de işçiler ayaklanınca buraya geldi Amerika'lılar. Burası Türkiye'nin en önemli yerlerinden biri. Böyle bölgelere daha da yoğunlaşıyorlar o yüzden üniversitelere gidip geliyorlar. Bende hemen arkasından bu nedenle üniversiteye gelmek istedim. Önce kabul edildi son anda iptal edildi. 2004-2008 yılları arasında özellikle Amerikan İstihbarat örgütlerinin ülkeleri nasıl çökerttiği ile ilgili 82 bölüm program yaptım. Engeller oldu yarısı sansürlenerek çıktı."
Haber / Batı Karadeniz Ekspres Gazetesi

19 Ekim 2010 Salı

Sınırda PKK Karakolları mı Kurulacak? Hükümet, Sınır Güvenliğini PKK'ya mı Verecek?

Sınırda PKK Karakolları mı Kurulacak? Hükümet, Sınır Güvenliğini PKK'ya mı Verecek?

Sınır karakollarına baskınlar yapılıyor, şehit veriyoruz. Hükümetimiz acı çekiyor şehit haberlerinden, bunu önlememiz gerek ama nasıl?


Özel birlikler kurulmalı, profesyonel olmalı, bölgeyi iyi tanımalı…

Bu özelliğe sahip ABD’nin başından atmaya çalıştığı bir PKK var, üstelik Barzani de rahatsız bunlardan, Hükümet de rahatsız…


Özel ordu olmalı, özel eğitimli olmalı, Irak-Türkiye sınırını korumalı…

Irak kuzeyinde bu özelliğe sahip çok PKK’lı var, üstelik bölgeyi iyi bilen, arazi koşullarına alışkın, üstelik fazla maaş da istemeyen…


Bu özel insanlarla artık şehit vermeyeceğiz, sınırlarımızı koruyacağız ve terör de bitecek…

Şehit vermeyeceğimiz doğru; karakola PKK’lıları koyarsanız, PKK kendi karakoluna saldıracak değil ya…

Sınırları koruyacağız, elbet koruyacağız; PKK bu, ona kim saldıracak, sınırı kim geçecek…

Terör bitecek, elbet bitecek; getirin bütün PKK’lıları Irak’tan, verin ellerine sahte nüfus cüzdanları, başvursunlar Belediye Başkanlıklarına “özel güvenlik elemanı olmak için”, seçsin Diyarbakırlı Baydemir onların en iyilerini, koysun karakollara terör biter…

Evet, terör biter; kurun PKK’nın ordusunu, bağlayın yerel yönetimlere, verin TOKİ’den birer ev ve maaş, çıkarın “Belediyelere Özerklik Yasası”nı terör biter…

Ne yapıyor bunlar?

PKK’yı Irak’tan çıkarmak için “özel güvenlik” adı altında PKK’nın ordusunu mu kuracaklar?

Türkiye demokratik savunma mekanizmasını hemen harekete geçirmeli ve bu süreci durdurmalıdır. Bu gidişat artık gidişat değildir, kendimizden korkumuz ama çocuklarımız gelecekte ne yapacak, bunu düşünmemiz gerek.

Türkiye derhal erken seçime gitmelidir, bunun için de referandum önümüzde bir fırsattır. Referandum da “HAYIR” demek, bu gidişata HAYIR demektir, bu durum bizi erken seçime götürür.

AKP bizim partimiz olabilir, ona oy verenler bizim kardeşlerimizdir ama bu siyaset bizim değildir, değiştirilmesi şarttır…
 
Mevzuubahs olan; millete saltanatını, hâkimiyetini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız¿? meselesi değildir. Mesele, zaten emrivâki olmuş bir hakikati ifadeden ibarettir. Bu, behemehâl, olacaktır. Burada içtima edenler, Meclis ve herkes meseleyi tabiî görürse, fikrimce muvafık olur. Aksi takdirde, yine hakikat usûlü dairesinde ifade olunacaktır.

Fakat ihtimâl, bazı kafalar kesilecektir!

PKK'nın Eylemsizlik ve Geri Çekilme Kararı, Bir AKP Tuzağıdır!

PKK'nın Eylemsizlik ve Geri Çekilme Kararı, Bir AKP Tuzağıdır!

Şu soruyu sorabilirsiniz:

Türkiye’nin Doğu’sundaki siyasi gelişmeler Kürt devleti için zaten bir zemin hazırlamıştır, o halde ABD ya da Erdoğan siyaseti PKK’dan vazgeçemez mi?

Hem geçmez, hem geçemez.

Vazgeçmezler, çünkü PKK ile işleri bitmedi henüz, sırada İran var, Suriye var.

Olası bir İran savaşında PKK’yı kullanacaklar.

Öte yandan, “Büyük Kürdistan” parçalarını birleştirmek için, zamanı geldiğinde İran ve Suriye’ye karşı PKK’yı kullanacaklar, bu yüzden vazgeçmezler.

Vazgeçemezler, çünkü PKK’yı öylesi bir kurumsal yapıya ulaştırdılar ki, yok etmek için harekete geçtiklerinde, PKK’nın da karşı atakları ortaya çıkacak, bundan çekiniyorlar.

PKK’nın karşı atağı nedir?

PKK, AB ülkelerinde yaygın bir siyasi cepheye sahiptir.

Türkiye’de ise, Habur olayı ile halkla bütünleşmiş ve halkın temsilcisi konumuna gelmiştir. Irak kuzeyinde Barzani içinde silahlı unsurlar yerleştirmiştir. Barzani bölgesinde, bugün peşmerge olup geçmişte PKK olan binlerce insan vardır.

Dolayısıyla, olası bir ABD harekâtında PKK’nın karşı koz olarak kullanabileceği üç önemli alan ortaya çıkmaktadır;

birincisi, Avrupa ve Türkiye’de ağır toplumsal olaylar çıkarmak. Türkiye’de çıksın, biz alışık can vermeye, bu yüzden küresel güçler bizim kayıplarımızı umursamayacaktır, şimdiye kadar umursamadıkları gibi.

Ama ya Avrupa?

AB ülkelerinde çıkacak ve günlük yaşamı felç edecek toplumsal olaylar, AB siyasetini rahatsız eder ve oradaki insanlar bizim çektiklerimize katlanamaz. Bu demektir ki AB siyaseti, PKK’ya karşı bir harekata destek vermeyecektir.

Öte yandan, Irak kuzeyindeki PKK’ya yönelik bir ABD harekatında ise, PKK-Barzani çatışması kaçınılmaz bir durum olarak ortaya çıkar.

Bu da, küresel siyasetin Kürt devleti projesini sekteye uğratacağı için ABD, böyle bir harekatı asla yapmayacaktır.

Sonuç olarak, PKK sorunu bizi terk etmeyecektir. Barzani peşmergesi ölmesin ya da Avrupalı insanlar rahatsız olmasın ya da küresel projeler sekteye uğramasın için, Mehmetçik ve bizler, Erdoğan siyaseti tarafından terör ateşine atılmaktayız.

Bu tablo içerisinde, PKK ile sözde uzlaşma zeminin aranması ya da BDP ile barış görüşmeleri gibi konular, bize kurulmuş olan tuzağın bir başka yönüdür. Amaç; bu tür arayışlarla kamuoyunu oyalamak ve yapılması düşünülen anayasal değişikliklere zemin hazırlamaktır.

Bu zemin, referandum sonrasında hemen hazırlanmaya başlamıştır. Erdoğan siyaseti, PKK’nın siyasi kolu BDP ile görüşmelere başlamış ve PKK örgütü de sözde eylemsizlik kararı almıştır.

Bugün Eylül 2010’dur. Kış gelmektedir.

Yurt içinde PKK üyeleri, yurt dışındaki kamplarına gitmek için yola çıkmıştır bile. Kısacası örgütün kış uykusuna geçme zamanıdır.

Dolayısıyla adına eylemsizlik diyerek, sözde uzlaşma arayışlarına geçmek, örgüt için bir siyasi taktiktir. Bu taktik aynı zamanda Erdoğan siyaseti için de geçerlidir, çünkü referandumdan güçlü çıkmış ve anayasal değişikleri yapmak için de bir zemin kazanmıştır.

2011 yılı ilk döneminden itibaren, örgüt kış eğitimini yaparak gelecek yaza eylem için hazırlanırken, Erdoğan siyaseti de anayasal düzenlemelerle bir Kürt devletine yasal temel oluşturmaya çalışacaktır.

Önümüzdeki yaz aynı zamanda genel seçim yazıdır. AKP zihniyeti, teröre son vereceğini kamuoyuna anlatarak oy toplamaya çalışacaktır. Hatta bu düzenlemelerle ülkeye barış geleceği iddiasında bulunarak güven kazanmaya gayret edecektir.

Diğer tarafta eylem hazırlığını tamamlayan PKK örgütü, baharla birlikte ara sıra eylem yaparak bir yandan varlığını sürdürecek, öte yandan “barış isteniyorsa eğer anayasal düzenleme” yapılmasının şart olduğunu söyleyerek Erdoğan siyasetine güç kazandıracaktır.

İşte iç siyaset yönünden Kurt Kapanı budur. Türkiye, örgüt ve siyaset sarmalına alınacaktır.

İçine çekildiğimiz tuzağın dış siyaset yönü ise, ABD ve AB’nin, “Türkiye iyi yolda yürüyor” diyerek Erdoğan siyasetine verdiği desteğin sürdürülmesiyle şekillenecektir.

Bu da Kurt Kapanı’nın dış sarmalıdır.

Peki, iç ve dış siyaset, karşımıza nasıl bir anayasa çıkaracaktır?

Öncelik, Anayasa’nın 66 ncı maddesinde yazılı olan “Türk” kimliğinin kaldırılmasına verilecektir. Buna ait çalışmalar da başlamış durumdadır. Bakın Yeniçağ’dan Fatih Erboz’un yazısına;

“TBMM’de zaman zaman yaşanan birçok kavgada ismi ön planda olan AKP Grup Başkanvekili Ayşenur Bahçekapılı, hükümetin “PKK açılımı” politikasının bir sonucu anayasanın değiştirileceğini belirterek, “Demokratikleşmek için Türklük tanımının anayasadan çıkması gerektiğini” dile getirmişti.

Açılım çerçevesinde, dağlardaki Türklükle ilgili yazıların kaldırılması, öğrencilerin “Andımızı” okumaması gibi taleplerle birlikte, 66. maddedeki Türklük tanımının da değiştirilmesi talebi dile getirilmişti. 3

01. maddedeki değişikliğin ardından alevlenen tartışmalar sırasında AKP Grup Başkanvekili Ayşe Nur Bahçekapılı, “Anayasayı değiştireceğiz, vatandaşlıktaki Türklük tanımını kaldıracağız.

Yoksa demokratikleşmeyi yapamayız. Herkes kendi etnik kökenini ifade edebilecek ve üst kimlik olarak ’Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım’ diyecek. Bu sorunu çözer” demişti.

BDP ise anayasanın başlangıç bölümüyle birlikte 66. maddenin de değiştirilmesini talep etmişti. ABD’de yayımlanan raporlarla Türklüğe karşı girişilen altyapı hazırlığı ortaya çıkmıştı.”

Ardından Kürt-Laz-Çerkez gibi çok etnik farklılıkları ifade eden “genel bir kimlik” arayışına geçilecektir.

Bakınız adı TRT olan TRT’ye; “TRT Kürt” açtılar, yetmedi, “TRT Arap” açtılar yetmedi, şimdi de “TRT Türk” açtılar.

Ne demektir bu; “Türk ülküsü” etnik bir kimliğe dönüştürülebilir mi?

Projenin bir parçası işte bu; kimliksiz toplum, kimliksiz birey!

Burada yaratılmak istenen “genel kimlik”, aslında kimliksiz bir toplum ve bireyi ifade etmek için kullanılacaktır.

Bunun üzerine çok din, çok dil, çok bayrak, çok toprak gibi tek olan devleti ve tek milleti parçalamak ve Doğu’da ayrı bir devlet ve millet yaratabilmek için, aklınıza gelen her “çok” u ekleyebilirsiniz.

Peki, bunu da yapsalar, Türkiye aradığı huzur ve güvenliğe kavuşacak mıdır? Hayır.

Çünkü küresel siyasetin adı PKK olan örgütü, nihai hedefe ulaşılıncaya kadar ortadan kaldırılmayacak, bir tehdit unsuru olarak yanı başımızda yaşatılacaktır, ta ki bu örgüt, kurulması planlanan Kürt yönetiminin başına geçinceye ve teröristlerin de bu yeni oluşumun güvenlik gücü oluncaya kadar.

Hatırlarsınız, Erdoğan siyaseti “Özel Ordu” diyerek böylesi bir çalışma da başlatmıştı ancak Türk Ordusu ve kamuoyunun tepkileri üzerine geri çekilmişti ve bu konuyu gündemden şimdilik kaydıyla düşürmüştü.

Peki, ne olacak, biz ne yapacağız?

Not: Henüz baskıya girmemiş kitabımızdan bir alıntı, taraf gazetesi bir bomba iddia atmış, pkk ırak'a çekiliyormuş, cevap olsun için yeri geldi yazdım...


Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.

Uğur Mumcu ve Kürt Dosyası...

Uğur Mumcu ve Kürt Dosyası...

Neden Uğur Mumcu? (24 Ocak 1993)

Daha geçenlerde ağabeyi Ceyhan Mumcu’yu Show TV televizyonu Siyaset Meydanı programında dinledik, hem de can kulağıyla.

Uğur Mumcu cinayeti hakkında şunları söyledi, çok şey söyledi ama bizim akılda not tuttuklarımız şunlar;

“Uğur’un ölümünden önceki son altı ay içinde yazmış olduğu tüm yazıları araştırdım. Yazdığı makale ve yazıların %75’i, ABD’nin Irak kuzeyinde kurmayı planladığı Kürt devleti projesine ait olduğunu gördüm. Uğur, ABD’nin Irak projesi, Barzani ve Talabani’nin faaliyetlerine dikkatleri çekmeye çalışmış. Uğur’un ölümünde radikal dini gurupları aramak ve İran’ın bu işin arkasında olduğu söylemek doğru değildir. ABD’nin Kürt devleti projesine bakmak lazım…”

Kitabımız içinde Uğur Mumcu’dan yapılmış olan alıntılara baktığımızda, hem Ceyhan Mumcu’nun sözlerinin ne denli isabetli olduğu, hem de Mumcu’nun son yazılarının nerdeyse tamamında;

ABD’nin Irak kuzeyinde Bir Kürt devleti kurduğunu, bu projenin Sevr projesinin bir devamı olduğunu, PKK, Barzani ile Talabani’nin bu projede işbirliği yaptığını, nerdeyse haykırarak söylemiş olduğu görülecektir.

Uğur Mumcu’nun son yazdığı kitap; Kürt Dosyası, ama yarım kaldı, ömrü yetmedi, tamamlayamadı. Kitabı okuduk ve yarım kalmış kitapta geçen konuları ardı ardına sıraladık:

1. “Öcalan’ın 31 Mart 1972’de gözaltına alınması, tutuklanması ancak ardından kuşkulu bir biçimde bu soruşturma dışında tutulup serbest bırakılması.
Fakülte yönetimi tarafından korunması, askerlik hizmetinin ertelenmesi, üstelik devlet bursu verilmesi. 1973’te Mahir Çayan’ın silahlı devrim görüşlerini benimseyen Öcalan’ın PKK’nın ilk tohumlarını atması.

2. 1978’te Öcalan’ın Kesire ile evlenmesi. Kesire’nin, Tunceli isyanlarını bastıran Korgeneral Abdullah Alpdoğan ile ayaklanma sırasında sık sık görüşen ve çevresinde “devlet yanlısı ve CHP’li” olarak tanınan Ali Yıldırım’ın kızı olması.

Ali Yıldırım’dan yola çıkılarak 1938 Tunceli isyanına uzanması. İsyanının bastırılmasında asıl kişilik olarak Korgeneral Abdullah Alpdoğan’ın gösterilmesi ki bu durum, kitabın son sayfalarına kadar uzanmaktadır.

3. 1938 Tunceli isyanının, 1925’te çıkan Şeyh Sait ayaklanmasının bir devamı olduğunun vurgulanması. Arada çıkan ayaklanmaların incelenmesi.

4. 1925 Şeyh Sait isyanı ile 1938 Tunceli yakalanmasının ardından Kürt Hoybun örgütü ile Ermeni Taşnak partisi işbirliğinin incelenmesi. Bu işbirliği sonucu Ağrı ayaklanmasının çıkarılması. Bu ayaklanmaya İngiliz casusu Lavrence’in yardım etmesi. Ermeni Ruben Paşanın da ayaklanmayı desteklemesi.

5. Tunceli bölgesinin Alevi-Sünni olduğu ve Kürtlerin Türk soyundan geldiğinin tespiti. Çözümün cehaletin yok edilmesi ve taassubun kırılmasında olduğu.

6. Seyid Rıza’nın bölgede güç kazanması. Bölgedeki 347 ailenin mecburi iskana tabi tutulması. Bu amaçla 1932’de iskan kanunun çıkarılması ve kanun ile Aşiret ayrıcalıklarının kaldırılması, Feodal yapının kırılması. 1960’ta ek liste ile 55 ağanın daha Batı’ya gönderilmesi.

İskan kanunu ile Türkiye’ye gelen 247 bin 295 göçmenin Doğu illerine yerleştirilmesi ancak tapu verilmediğinden bunları Batıya geri dönmesi. Dersim ıslahat planının yapılması ancak uygulanamadığı.

7. Fransız ajanlarının Kürtleri isyana kışkırtabilecek faaliyetlerinin olduğu.

8. Bölgenin ıslahı için yapılmış olan planlar ve raporların özeti. 1934 Soyadı kanunu ile ağa, bey, Hafız, Hoca, Molla gibi unvanların kaldırılması. Dersim’in Türk olduğuna vurgu yapılması. Sorunun feodal yapıdan kaynaklandığı. Bazı yörelerde Türklerin Kürt olarak nüfus kaydına alınmış olması. Kürt nüfusunun hızla artması.

9. Kürt ve Ermeni örgütlerinin işbirliği. Fransızların Kürtler için alfabe yapması. Ermenilerin Kürtlere destek vermesi ve Kürdoloji enstitüsü açması, kongre düzenlemesi. Suriye’de 14 farklı ayrılıkçı unsurun Kürtçülük üzerinden işbirliği yapması ve bunlar içinde Nakşiler tarikatının da bulunduğu. Amacın; Büyük Ermenistan ve Kürdistan Ermeni-Kürt birliğini kurmak olduğu, bu birliğin sınırlarının Toroslardan başladığı.

10. Merzifon’daki Amerikan kolejinde silah ve cephane bulunması ve buradaki bir raporda, “Amerikan nüfuzunun Anadolu’da temini için Ermenileri ele almak, Kürt ve Kızılbaş kanı Ermeni kanıdır diyerek bunları Türk camiasından koparıp Ermeni camişasına yamamak” şeklinde bir planın bulunması. Tunceli’de hükümet kurulması meselesinin bir Ermeni casusunun işi olması.

11. Alpdoğan’ın raporu; Doğu’daki sorun cehalettir, feodal yapıdır. Kürtler büyük Türk ailesindendir.”

Amacımız; Uğur Mumcu’nun yarım kalmış kitabını zihinlerimizde tamamlamaya çalışmaktır. Anlamaya çalışıyoruz, özellikle de son kitabını yazarken ne düşündüğünü ve neyi amaçladığını.

Kitapta geçen ana konular budur. Şimdi bu konularla anlatılmak istenen nedir, ona bakalım.

Bize göre yarım kalan kitabın sonu şudur;

1. Öcalan şüpheli bir kişiliktir, Kürdistan projesi için seçilip yetiştirilmiştir.
2. Doğu sorunun temelinde feodal yapı(Ağalar, beyler, şeyhler ve şıhlar) bulunmaktadır.
3. Devlet feodal ağalığı kaldırmaya çalışılmış ancak bu engellenmiştir.
4. Çözülemeyen Doğu sorununu, küresel güçler Kürdistan projesi için kullanarak Cumhuriyet’e karşı halk isyanı çıkarmışlardır.
5. Küresel güçlerin projesi; Büyük Ermenistan ve Kürdistan’dır, yani Sevr projesidir, bu amaçla “Ermeni-Kürt ittifakı” yani “Taşnak-Hoybun ittifakı” yapılmaktadır.

- Peki, ne amaçla yetiştirilmiştir Öcalan?
- Bu açık; Ermeni-Kürt işbirliği yapılarak, içine ne kadar etnik farklıklar varsa konularak, Nakşi tarikatının da desteğiyle “Büyük Ermenistan ve Kürdistan”ın hayata geçirilmesi için.

- Peki, kime karşı?
- İşte bu da açık; Ben Türk’üm diyenlere karşı, Türk varlığı ve kimliği içinde yaşamaktan güç bulanlara karşı, Anadolu’daki Türk kimliğine ve varlığına karşı.

- Peki, kim var bu projenin ardında?
- Bu ise çok açık; İsrail. Strateji İsrail’in, güç ABD’nin, siyaseti ise AB’nin.

Uğur Mumcu’nun son yazdığı makale de, tıpkı kitapta anlatmak istediklerini doğrular niteliktedir.

Irak kuzeyinde kurulması planlanan Kürt devletinin ardında İsrail’in bulunduğunu yazmaktadır Uğur Mumcu çünkü Barzani’nin MOSSAD ile bağı vardır[1];

“Ortadoğu’nun karanlık bir kuyu olduğu her gün biraz daha anlaşılıyor. Kanıtlanan son ilişki MOSSAD-Barzani ilişkisidir. MOSSAD, İsrail’in gizli istihbarat örgütüdür. Bu örgütün, Kürt lideri Molla Mustafa Barzani ile ilişkileri olduğu söylense daha önce kim inanırdı? Barzani’nin CIA ile ilişkisi artık belgelendi. Kimse bu ilişkiye, “Hayır olmadı” diyemiyor. CIA-Barzani ilişkileri biliniyordu da MOSSAD-Barzani ilişkileri bilinmiyordu. MOSSAD’ın Barzani ile ilişkileri Londra ve Sydney’de yayınlanan “Israel’s Secret Wars-A History of Israel’s Intelligence Services” adlı kitapta sergileniyor.”

Uğur Mumcu yazısında Barzani’nin CIA-MOSSAD ile bağlantılı olduğunu ve her ay düzenli para aldığını açıklıyor;

“Bu kitapta MOSSAD-Barzani ilişkileri, İsrail Dışişleri Bakanlığı ve MOSSAD yazışmalarına dayanılarak açıklanıyor. Önsözde, kitabın yayından önce İsrail ordu yetkilileri tarafından da incelendiği yazılıyor. Kitapta 1967 Arap-İsrail Savaşı’ndan sonra, MOSSAD’ın Kürtlerle ilişki kurduğu (sh.327), Mısırlı ünlü gazeteci Hasan el-Heykel’in İsrailli subayların Kürtler aracılığıyla Irak’tan radyo bağlantıları kurduğunu 1971 yılında açıkladığı anlatılıyor. 1969 yılı Mart ayında Kerkük petrollerine yapılan saldırının da İsrail tarafından yapıldığı açıklanıyor.

1972 yılında imzalanan Sovyet-Irak Dostluk Antlaşması’ndan sonra İran Şahı ABD Başkanı Nixon ile gizli görüşme yapıyor;

Bu gizli görüşmeden sonra CIA tarafından “Kürdistan Demokratik Partisi”ne üç yıl içinde 24 milyon dolar gönderiliyor. Barzani’nin Irak rejimine karşı ayaklandığı yıllarda, ABD-İsrail-İran üçlüsü bu ayaklanmayı destekliyor. Barzani-ABD ilişkileri, ABD Dışişleri eski bakanı Henry Kissinger eliyle yürütülüyor. MOSSAD-Barzani ilişkileri de İsrail’in Tahran’daki askeri ateşesi Yaakov Nimrodi (MOSSAD Ajanı) aracılığı ile gerçekleşiyor. Nimrodi’nin üstlendiği görev ilginç: Nimrodi Sovyet silahlarının Barzani’nin eline geçmesinde rol oynuyor. (sh. 328-329) Kitapta, MOSSAD’dan Kürtler’e 50 milyon dolar para verildiği, ABD kaynaklarına dayanarak açıklanıyor. (sh.328)”

Barzani MOSSAD ilişkisi sıradan bir ilişki değildir, görmezden gelinemez. İsrail’in planlarıyla bire bir örtüşmektedir.

İsrail “Yahudi Kürdistan” projesiyle de örtüşmektedir.

Mumcu’nun öldürülmesinden bu yana tam 17 yıl geçti. Bugün bizim çözmeye çalıştığımız ABD-AB-İsrail küresel üçlüsünün küresel planlarını, inanıyoruz ki Mumcu çözmüştü hem de yıllar önce.

Mumcu’nun susturulmasıyla medya da susturuldu, çünkü Uğur Mumcu’nun o günlerde haykırdıklarını şimdilerde anlatan olmuyor hiç.

PKK’yı kuran kim?

PKK’yı kimin kurduğunu öğrenmek için PKK’nın hangi tarihte kurulmuş olduğuna bakmamız gerekiyor.

Ne zaman kuruldu? 27 Kasım 1978.

Bu tarihin bir önemi var mı, yani neden bu örgüt bu tarihte kuruldu? Uğur Mumcu’dan dinleyelim;

“Hoybun Kürt örgütü bir bildiri yayınlayarak “Kürt ulusunun özgür ve bağımsız yaşama isteğini dile getirdi. Bildiri ayrıca Ermeni-Kürt dayanışmasına da vurgu yaptı. Ermenilerle Kürtler anlaşmıştı. Ermeniler, büyük bir kısmı Kürtlerin devlet kurmak istedikleri topraklar üzerindeki haklarından vazgeçecekler, Amerika ve Avrupa’da Kürtler lehine propaganda yapacaklardı. 1925’te Marsilya’da toplanan sosyalist enternasyonalde, Ermeniler Kürt bağımsızlığını savunan bir bildiri yayınladılar.”

Uğur Mumcu’yu öldüren, sizce kimdir?
Cevap: Mumcu’nun yazdıklarıyla ortaya çıkarılmaya çalışılan Ermeni-Kürt ittifakı ile bu ittifakın silahlı gücü PKK, her iki projenin mimarları ve bu mimarların içimizdeki siyaseti ile köstebekleridir.

Biraz uzun oldu ama ihaneti anlatabilmek kolay değil…

BUGÜNLERDE YAŞADIKLARIMIZLA BİRE BİR ÖRTÜŞTÜĞÜ İÇİN, UĞUR MUMCU'NUN BİZE NE
ANLATMAK İSTEMİŞ OLDUĞUNA DİKKAT ÇEKMEK İSTEDİM...

Tehlikeyi Görüyor Musunuz?

Tehlikeyi Görüyor Musunuz?

Erdoğan'ı ister sevin ister sevmeyin, izlediği siyaset, İsrail siyasetidir. Açın okuyun 1980'lerde İsrail için Stratejiyi, ne diyor; Müslüman coğrafyayı etnik ve dini farklıklılar temelinde ayrıştır diyor, kutuplaştır diyor, çarpıştır diyor ve parçala!

Ne yapıyor bugün Erdoğan; bizi ayrıştırıyor Türk-Kürt diye, bizi kutuplaştırıyor Alevi-Sünni diye, Yahudi planıdır bu, açın okuyun.

Seversiniz ya da sevmezsiniz Erdoğan'ı, izlediği siyasete bir bakın, PKK terör örgütünü siyasallaştırıyor Kürdistan'a doğru.

Hangi cemaatten olursanız olun, bakın Erdoğan siyasetine, bir bakın; Barzani'ye Kürt devleti kurdu, Güney Kürdistan, bakın da çocuklarımızın geleceğini bir görün. Barzani'ye Konsolos atadı Erdoğan, yani Barzani'yi resmen tanıdı yani Güney Kürdistan'ı tanıdı. Bunun kuzeyi bizim topraklarımız, görmüyor musunuz?

Mesele türban değil, mesele cemaat değil, mesele Erdoğan'ın izlediği siyaset; bu siyaset Barzanisiyle, İmralısıyla Bizans'a hizmet ediyor, Yahudi Kürdistanıyla İsrail'e hizmet ediyor, Dinler arası diyalogla Hıristiyanlığa da hizmet ediyor ama hizmet etmediği bir şey varsa o da biziz, Türk milletine, Müslüman Türk'e hizmet etmiyor.

Nereye kadar gider bu iş?

AKP siyaseti olun, Hükümet olun, "ben Müslümanım " diyerek devleti ele geçirin, öyle mi?

AKP siyaseti olun, PKK'yı devlet içinde devlet yapın, çaresiz halkımız Habur açılımıyla PKK'ya kul edin, öyle mi?

AKP siyaseti olun, PKK ile anlaşın ve Türk devletini ele geçirin, öyle mi?

Gidişat budur; AKP siyaseti ile PKK siyaseti anlaşacak ve oyları alıp devlet yönetimini ele geçirecektir, planları bu, projeleri bu, yazdıklarımızı bir okuyun, hepsinin belgesi var.

Tehlikeye düştük, görmüyor musunuz? Ne yapacağız, elimiz kolumuz bağlı Türk milletini, Türk devletini AKP ile PKK'ya mı teslim edeceğiz? Hayır!

Gerçeği görüyorsanız eğer birleşin!

Tehlikeyi görüyorsanız eğer birleşin!

AKP ve PKK siyasetine karşı çıkan bir siyasette birleşin!

%10 seçim barajına dikkat edin, oylarınızı boşa atmayın, barajı aşan partilerde birleşin!

Onlar istese de birleşin istemese de!

Sevseniz de birleşin sevmeseniz de!

Çünkü tehlike ağır ve yakın, fazla zamanımız yok. Ya tutarsa deyip oyumuzu boşa atacak lüksümüz yok. Yeni partilerle yola çıkacak zaman yok zaman, derhal bu tehlikeden kurtulmamız lazım. Derhal bu AKP-PKK siyasetini değiştirmemiz lazım.

Bu tehlikeden çıkış yolumuz birleşmektir, vatan için, çocuklarımız geleceği için birleşmek ve bu siyaseti değiştirmektir!


Uluslar, egemenliklerini geçici bile olsa, bırakacağı meclislere dahi gereğinden fazla inanmamalı ve güvenmemelidir. Çünkü meclisler bile despotluk yapabilir ve bu despotluk bireysel despotluktan daha tehlikeli olabilir. Meclislerin öyle kararları olabilir ki, bu kararlar ulusun yaşamına giderilmesi olanaklı olmayan zararlar verebilir.




Kullanıcı avatarı

Türkçüler, Solcular Ve Gerçek Müslümanlar Operasyon Odağında!

Banu AVAR'dan noktası vırgulune dokunmadan aynen buraya taşıdım.
Erol tanrıverdi.

Türkçüler, Solcular Ve Gerçek Müslümanlar Operasyon Odağında!

Söyleşiye gideceğim bir kentten gelen mektupta şu satırlar var:

‘MHP ilçe yöneticisi, geleceğinizi duyduğunda, "-Banu Avar solcu ama olsun çok sağlam milliyetçi, mutlaka katılırız " dedi. CHP Gençlik kollarındakiler "-Banu Avar sağcı ama olsun,seve seve katılırız" dediler.. Ulusalcılıkla Milliyetçilik artık bir oldu.

Kimi sizi Türk Milliyetçisi, hatta ülkücü sanıyor, kimi ise solcu ulusalcı...’

Garip değil mi? Emperyalizm önce bizi aç açıkta bırakıyor. Sonra Şucu ve bucular olarak bizi birbirimize karşı kışkırtacak düzenekleri kuruyor.. Elebaşıları çeşitli mevzilere yerleştiriyor.. Hatta bazı ahvalde, elebaşılar kendileri bile hangi örgütte ne amaçla kullanıldıklarını bilmiyor… Senaryoya göre sahneye oyun konuyor… ABD/NATO’nun füze kalkanı projesiyle Türkiye topraklarına ‘yumuşak iniş’ planlanırken, Türkiye’ye ‘Türban’ konuşturuluyor. Bu arada bir Kürdistan devletinin gelecek kadroları Türkiye’de hazırlanıyor. Kafkas Seddi yeniden tarih sahnesine çıkıyor. Türkiye komşuları ile çatışmaya sürükleniyor. ..

Çünkü batı batıyor! Bu nedenle dünyanın enerji küpü Avrasya ile işleri var sırtlanların! Avrasya’nın kilidi ise Türkiye!

Batı işini şansa bırakamaz… İktidarı da muhalefeti de sağcısını da solcusunu da dindarını da ‘ayara’ sokmak zorunda. Aynı zamanda her birini hem kendi içinde hem birbirine karşı, keman teli gibi gergin tutmalı. Getirip tüm silahlarını hedef ülkeye yığmalı. Bunu yaparken ‘barış’ adı altında iç savaş hazırlıklarını tamamlamalı…!

***

Bu giriş neden derseniz?

Okulların, üniversitelerin açılmasıyla birlikte benim söyleşi tarihlerimde belirlenmeye başladı. Ağırlıklı olarak Üniversitelere zaman zaman da Liselere konuk oluyorum. Bunun dışında yüz yıl önce Balkan faciası ortasında kurulmuş olan ve Cumhuriyetin ilk demokratik toplum kuruluşu sıfatı taşıyan, Türk Ocakları’nın davetlerine ve Atatürkçü Düşünce Derneklerinin Anadolu davetlerine icabet etmeye gayret ediyorum.

Üzerimdeki ambargo nedeniyle, internet dışında profesyonel olarak mesleğimi yapamıyorum ve bana açılan bir iki ekran dışında (Ulusal Kanal, Meltem TV, Kanal B, ART, BengüTürk) hiçbir televizyon kanalına konuk olamıyorum.

Söyleşi, imza günlerini açıkladığımda nette yeralan yorumlara gelince… Yazının nedeni onlar!

‘Sağ’dan ‘Ne işi var İşçi partisi yayın organında!’ nidaları yükselirken, ‘Sol’dan ‘Ne işi var Türk Ocaklarında!, Dinci kanallarda!’ sesleri geliyor…

Bana Türk Ocakları İstanbul başkanı Cezmi Bayram’ın, ABD görevlisi Vamık Volkan operatörlüğünde, ‘BDP ile sarmaş dolaş Ekopolitik toplantılarına katıldığı’ hatırlatılıyor.

Doğru! 99 yıllık ve yurt çapında 76 şubeli bu köklü kuruluşun TABANINDA yeralan samimi unsurlar bir OYUNUN içine çekilmeye çalışılıyor. Görünen bu.

Türk Ocakları’nın içinde yuvalanan birileri, ABD operatörü Vamık Volkan önderliğindeki ‘toplumsal barış’ fırıldağının içinde yeralıyorlar. PKK ile elele federasyon konuşuyorlar.

Benzer bir operasyon, hedef seçilen 500 şubeli Atatürkçü Düşünce Derneği için de geçerli. Yine ABD operatörü Vamık Volkan’ın ‘çalışmaları’ doğrultusunda ADD’yi hedef seçen birileri, ADD web sayfasında ‘toplumsal barış’ projesinin reklamını yapıyor.

Atatürkçü Düşünce Derneği sitesinin başköşesinde ‘açılıma destek’ veren, mektuplar yayınlanıyor. ‘BARIŞ için YARIŞ ‘ gibi Amerika kokulu sloganlarla, toplumun hangi ‘proje’ kapsamında ‘yönlendirileceği’ Rotary ve Propeller Club bağlantılı zevat tarafından açıklanıyor. Nerede Atatürkçü Düşünce Derneği resmi sitesinin başköşesinde!

Mütedeyyin (dini bütün, samimi) müslümanları hedef alan örümcek ağları da benzer yöntemlerle çalışıyor. Bu alanda teşkilatlanma, uzun zamandır, ‘toplumsal barış’ benzeri, ‘medeniyetler ittifakı’ , ‘dinlerarası diyalog’ sloganı çerçevesinde örgütleniyor…

‘Dini önder’ Fethullah Gülen, ‘ABD’nin egemenliğinin zayıflamasından kaygı duyulması gerektiği’nden başlıyor, Papa’ya mektubunda, ‘diyalog hizmetini icra yolunda en mütevazi yardımlarını sunarak’ devam ediyor. * Vatikan ve Yahudi lobileriyle samimi ilişkiler yürütüyor.

Pensilvanya’dan Türkiye’ye ağlar atıyor.


***


Meclisdeki muhalif partilerin içinde boygösteren ve söylemleri iktidarla tıpatıp aynı olan başdanışmanlara, siyasi kimliklere de bu bağlamda bir bakın.

Hemen hemen her partide karmaşık ilişkileri yönetenler var. Global İlişkiler Forumu adı altında Amerikan derin devletince kurulan ‘Akil adam/kadın’ örgütlenmesinde her soy ve boydan partili işadamı, sanatçı ve gazeteci yan yana, omuz omuza!

Acaba CHP’li Sencer Ayata, Faik Öztrak, Hurşit Güneş, MHP’li Vedat Bilgin, ve Mithat Melen birbirlerinden farklı mı düşünüyor? Ve bu isimler AKP’li meslekdaşlarıyla acaba hangi konularda ayrılıyor? Acaba değişik partilerden değişik isimler, Graham Fuller’lı, Alan Makovski’li, Henri Barkey’li, Vamık Volkan’lı Kemal Derviş’li ABD operatörler timiyle nasıl bir diyalog içindeler? Araştırmaya değer!

Sistem, yani emperyalizm, 1950’lerden beri, hedef ülkelerde, her cenaha elini sokuyor, ekonomiden kültüre, savunmadan eğitime tüm ulusal kaleleri düşürmek için uğraşıyor.

Her ülkede, her kurumda yuvalanacak bir ‘devşirmeler’ tümenini sabırla eğitiyor. Onları kraldan çok kralcı yapıyor ve sadık bendeleri olarak geldikleri ülkeye geri yolluyor. Ülkeyi yönetenlerin başına kendinden olanları getiriyor. Onların başına da Washington merkezli vakıflardan ‘danışmanlar’ koyuyor. Basın yayını tümüyle devşirmelerin denetimine veriyor.

Bu kadrolar, ‘Türkçü’, ‘Solcu’, ve ‘dini’ oluşumlar içinde yeralmışlardır.

Gel de Attilâ ağabey’i (İlhan) anma! Diyor ki:

‘Batı yani emperyalizm, üçüncü ülkelere bulaştı mı hemen oracıkta, kendi ‘İslamcılığını’, kendi ‘Türkçülüğünü’, kendi ‘komünistliğini’ örgütler…...Küreselleşme işte budur.


Bu hesaplar tutmaz…

Çünkü emperyalizm, uzun zamandır hedef ülkeleri içten fethetmenin önemini kavramıştır.

Ama 100 yıl önce olduğu gibi, hesaplayamadığı iç dinamikler vardır. Bilimsel bir gerçektir ki, basınç ne kadar fazlaysa, madde o kadar hızlı farklılaşır. Giderek azgınlaşan emperyalizmin bu saldırısı, saldırıya maruz kalan milletleri kaçınılmaz bir biçimde, birliğe, bütünlüğe, ve ‘ortak direnişe’ götürür.

Attilâ İlhan, Müdafaa-i Hukuk tablosunu buna en iyi örnek olarak göstermişti. Şöyle diyordu, Bir Millet Uyanıyor kitabının ‘takdim’ kısmında:

‘1920’li yılların Gazi ve şehit Ankarası’nda, Mustafa Kemal Paşa, bir yanına Ziya Gökalp Bey’i almıştı, bir yanına Yusuf Akçura’yı. Mehmet Akif bey hiç uzağında değildi, İstiklal Marşı ona rica edilmişti. (Ankara müftüsü) Börekçizade Rıfat Efendi ile de eylem birliği yapıyorlar, dahası, ittihatçıları etkisiz kılıp, TKP’yi örgütleyen Mustafa Suphi Bey, Ankara’dan mülaki olmayı rica ediyor ve ricası kabul ediliyor. O da formasyonu itibariyle, Ethem Nejad ve Şevket Süreyya gibi ‘Türk Ocağı aydını’dır.’

Bu cumhuriyet kurulurken her düşünceden vatanseverler bir araya gelmişlerdir. Bu milletin bekasının sırrı da budur.. O nedenle Batı, ‘ayrıştırma, parçalama, bölme ve savaştırma’ yöntemini uygulamaya sokmak için çabalamaktadır.

İşte bu nedenle bizler, bu vatana sevdalı olanlar, Anadolu’da Türk Ocağı’nın saygıdeğer üyeleriyle buluşmaktan da gurur duyarlar. ADD’nin samimi ve fedakar üyeleriyle de kucaklaşırlar. Meltem televizyonuna da çıkarlar, konuşurlar, Ulusal Kanal’ın çilekeş gazetecileri ile de sohbete katılırlar.

Beni ve diğer arkadaşları izleyen, okuyan, söyleşilere katılanlar arasında hatırı sayılır oranda başörtülü hanım, Saadet Partisi tabanından gelen vatandaşlar da var. BBP’ye oy vermiş, Ülkü Ocakları çıkışlı gençler de var. Sol örgütlerde çalışan üniversiteliler, liseliler de.

***

Yırtınsınlar bakalım, binlerce yıldır, ne operasyonlar yapıldı bu topraklarda, binlerce isyan çıkarıldı…. Ne Lawrencelar iş tuttu bu coğrafyada, Kubilay’ın sarayından bu yana ne hainler fırladı tarih arenasına…

Biraz geç de olsa, genetik hafızası, belki de tüm milletlerden güçlü olan bu millet, her seferinde felaketleri defetti.. Yine öyle olacak!

Bu ekonomik, psikolojik, harp oyunlarınız, tüm ekranlardan fırlayan kuklalarınız işe yaramayacak. Füze kalkanlarınız da sizi ve devşirdiklerinizi koruyamayacak. Bu millet sağcısıyla solcusuyla mütedeyyin müslümanıyla elele kalp kalbedir.

Ve komşularıyla omuz omuza geçen yüzyıldaki gibi üzerine gelen belayı defedecektir.



(22 Ekim Cuma gecesi, Kayseri Türk Ocakları davetinde buluşmak dileğiyle...)






Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.

Kullanıcı avatarı
Türk-Kan
Kuvva-i Milliye

18 Ekim 2010 Pazartesi

SELAHATTİN EYYUBİ TÜRK’TÜR !

SELAHATTİN EYYUBİ TÜRK’TÜR !

(Selahaddin Eyyubi, bir 12. yüzyıl Arap yazmasından-Vikipedi)

Marksistler bir zamanlar, benim millîyetçi muhteşem asiler olarak kabul ettiğim Köroğlu, Dadaloğlu, Pir Sultan Abdal gibi halk şairlerini sınıf savaşçısı ilân ederek, komünizme tarihî ve millî boyut kazandırmak istemişlerdir. Halbuki bu Celalî ozanların işçi veya köylü diktatörlüğü kurmak gibi bir niyetleri yoktu. Aksine Türk halk edebiyatının bu seçkin ve eylemci simaları, dönme-devşirme enderun iktidarında pekişen Osmanlı egemen sınıfına başkaldıran birer Türk milliyetçisiydiler. Şimdi aynı çabayı, farklı bir biçimde bölücülerden görüyoruz. kürtlere ayrı bir ırk şuuru kazandırarak, Türkiye’nin Güneydoğusunda bir kürt devleti kurulması fikrini telkin edenler, halkın kendilerine sempati ile yaklaşması için tıpkı komünistler gibi tarihî şahsiyetleri ve tarihî olayları istismar etmeye başladılar. Hemen hemen bütün açık oturumları kürtçülere tahsis eden televizyon kanallarında sık sık tekrarlanan iddialar, özellikle Selahattin Eyyûbi ile Malazgirt Savaşı etrafında yoğunlaşmaktadır. Haçlı ordularına karşı verdiği mücadelelerle bütün İslâm Dünyasında sarsılmaz bir şöhrete kavuşan Selahattin Eyyûbi’nin bir kürt hükümdarı, Eyyûbi Devleti’nin de bir kürt devleti olduğunda ısrar ederek, bu büyük İslâm mücâhidine duyulan hayranlıktan yararlanmak isteyen bölücü propaganda, aynı amaçla bir başka yalana başvurmuştur. -Malazgirt Savaşı’na 20 bin kürt katıldı! Derhal belirtmek isteriz ki, kürtlerin Malazgirt Meydan Muharebesi’ne iştirak etmeleri bizi rahatsız etmez. Hattâ Müslüman olmaları sebebiyle, hristiyanlara karşı savaşmak görevleridir de. Ama 1071’de bizanslısı, ermenisi, latini ve Balkanlardan getirip muhtelif bölgelere iskan edilen hristiyanlaşmış Türklerle birlikte nüfusu 2-2.5 milyon civarında olan Anadolu’da kürtlerin 20 bin asker çıkarması esasen mümkün değildir. Kaldı ki kürtlerin Anadolu’da eskiden beri kalabalık kitleler halinde yaşadığını şuuraltına yerleştirmek amacını güden bu asılsız iddiayı tevsik edecek bir tek ciddi kayıt da yoktur! Yani Anadolu, kürtler sayesinde bir Türk vatanı olmamıştır! Birkaç aşiret hariç, kürtlerin Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da nispeten görülmeye başlaması, Otlukbeli savaşını kaybeden Türkmen Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan Beğ’in kendisine bağlı Türk aşiretlerini alıp, İran’a geçmesinden sonradır ki, ona rağmen bu bölgede çoğunluk Türklere ait olmaya devam etmiştir. 1473’deki Otlukbeli muharebesini takip eden yıllarda kısmen boşalan Doğu ve Güneydoğu yaylalarına Elcezire bölgesindeki kürtler gelip yerleşmişler ve Türk sultanlarının himayesi altına girmişlerdir. O günden beri de Türk Devleti’nin himayesi altındadır. Önce Türk Tarihinin en büyük imha savaşlarından biri olan Malazgirt Meydan Muharebesiyle ilgili bir temel yanlışa işaret etmek gerekir. Malazgirt Meydan Muharebesinin, Anadolu’nun kapısını Türklere açtığından bahsedilirse de bu iddia tashihe muhtaçtır. Eğer Malazgirt Savaşı’ndan sonra Anadolu’ya sahip olmak hakkını elde edebilmiş olsaydık, 1072’de Kayseri, 1073’te Paflagonya, 1074’de Antakya meydan muharebelerini yapmak zorunda kalmazdık. 1048’deki Pasinler Meydan Muharebesi dahil, yukarıda zikrettiğimiz bütün savaşlarda düşman ordusunun imha, düşman başkomutanlarının da esir edilmelerine rağmen, Anadolu topraklarına egemen olamamışızdır. Hattâ Ermeni Beyliği, Suriye Latin Prensliği ve maalesef Danişmentli Türk Beyliği ile ittifak kuran imparator Manuel Komnenos, 1161’de İkinci Kılıçarslan’dan toprak koparmış, Bizans orduları 1176’da ise Türklüğü “silip süpürmek” kararıyla Miryakefalon’da yeni bir meydan muharebesini göze alabilmiştir. Anadolu’nun tapusu, Malazgirt’le başlayan süreç içinde, ancak Selçuklulardan sonraki beylikler devrinde Türklerin eline geçmiştir ki bu tapuda Türk ırkının evlatlarından başka, Allah’ın hiçbir kulunun hakkı yoktur. Fakat bütün bu gerçekler Malazgirt Meydan Muharebesinin öneminin inkâr edildiği anlamına gelmez. Bu savaş, sayıca kat be kat üstün düşman kuvvetlerinin imha edilmesi bakımından Türk Ordusunun, Bizans saflarında bulunan Hıristiyan Türklerin, Müslüman kardeşlerinin tarafına geçmesi bakımından da Türk Millî şuurunun en büyük zaferlerinden biridir. kürtlerin Malazgirt Meydan Muharebesi’ne 20 bin kişiyle katıldıkları yolundaki safsataya gelince… Dün de belirttiğimiz gibi Güneydoğuyu Türkiye’den koparmak isteyenlerin bu iddiası,kürtlerin Anadolu’da eskiden beri kalabalık bir nüfus teşkil ettikleri fikrinicanlı tutmak gayretinden ibarettir. Malazgirt Meydan Muharebesini konu alan hiçbir İslâm müverrihinin eseri günümüze kadar intikal etmemiştir. Ancak çağdaş kaynaklardan alınan bilgileri ihtiva eden bazı eserler elimizdedir. Bu eserler dikkatle incelendiğinde, müverrihlerin çoğunun şifahi iddiaları, hiçbir muhakemeye tâbi tutmadan birbirlerinden kopya ettikleri anlaşılacaktır. Mesela Tarih-i Meyyafârikin ve Amid yazarı İbn’ı Ezrak, Türk Ordusunun mevcudunu “Sultanın az bir askeri vardı” ifadesiyle izah ederken, Ahbarü Devleti Selçukiyye’de bu sayı 15 bin olarak verilir. İbnü’l Cevzi, Türk Ordusunun 20 bin kişiye yakın olduğunu belirtirken, Bundari, İbnü-l Adim ve Reşüdü’d-Din’de 15 bin rakamı tekrar edilir. Türk Ordusunun sayısı Kerimüddin Mahmut’la Hamdullah Müstevfi’ye göre 15 bindir.Mirhond rakam vermez, sadece Türk Ordusunun azlığından bahseder ki bu rakamların hiçbiri doğru değildir. “Doğru” diyorsanız ve kürtlerin de 20 bin kişiyle savaşa katıldığını iddia edebiliyorsanız, Malazgirt Meydan Muharebesinde bir tek Türk yok demektir. Malazgirt Meydan Muharebesiyle ilgili şifahî bilgilerin rivayet edildiği, dün bahsettiğimiz eserler, hiçbir bilimadamı tarafından ciddiye alınmamıştır. Çünkü verilen bilgiler hem çelişkilidir, hem mübalağalı, hem de yanlış. Meselâ sahasındaki ilk müverrihlerden biri olan İbnü-l Kalanisî, bize savaşın hangi ayda vuku bulduğunu dahi bildirmez. İbnül’l Ezrak da savaşın cereyan ettiği ayı meskut geçer. Bizans İmparatorunun esir alındığını dahi bildirmez. Hattâ Ahlat ve Malazgird’in bu savaş sonunda Mervan oğıllarının elinden çıktığını zanneder. Bundari’nin Zübdetü’n-nusra ve Nuhbetü’l-usra adlı kitabı, İsfahanlı İmadeddin’in eserlerinin süslü ve mübalağalı cümlelerle tekrarından ibarettir. İmadeddin ise esir düşen Bizans İmparatoru Romanos Diogenes’in önce Azerbaycan’a götürülüp oradan Bizans’a dönmesine izin verildiğini söyler ki bu ifadenin doğruluğuna inanmak güçtür. Mirhond daha da ileri gider. Diogenes’in esir alınmasından sonra “düşmanlığın dostluğa, sevginin dünürlüğe müncer olduğunu ve imparatorun kızının, Alparslan’ın oğlu Melik Arslan’la evlendirildiğini” yazar. Malazgirt savaşından bahseden bir Norman şairi de Sultan ile imparator arasında böyle bir dünürlükten bahseder. Yalnız, Norman şairi, Mirhond’un aksine “Alparslan’ın, kızını Romanos Diogenes’in oğluna vermeyi vaat ettiğini” söyler. Tabiî ki bu dünürlük hikâyesinin ciddyetle de, gerçekle de hiçbir ilgisi yoktur. İbnü’l Esir ise Alparslan’ın Bizans İmparatoru ile 50 yıllık bir barış yaptığınıyazar ki hiçbir eserde böyle bir kayda rast gelinmez. Nitekim Malazgirt Savaşı’nın hemen akabinde Türk-Bizans muharebeleri devam etmiştir. Reşidüddin, Camiu’t Tevarih’in Selçuklularla ilgili bölümünde, Malazgirt Meydan Muharebesi’nin 463 Rebiülevvel ayında yapıldığını yazar ki bu takdirde savaşın Aralık 1070 veya Ocak 1071’de cereyan etmiş olması gerekir. İşte bu bilgiler ne kadar doğruysa, kürtlerin Malazgirt Meydan Muharebesi’ne 20 bin kişiyle iştirak ettikleri palavrası da o kadar doğrudur. Malazgirt Zaferinden muhtelif Ortadoğu kavimlerine hisse vermek isteyen, bizim tesbit edebildiğimiz ilk kaynak İbnü’l Kalanisî’dir. Kalanisî’nin Zeylü Tarihî Dırnaşk adlı eserini ve diğerlerini ileride inceleyeceğiz. Malazgirt zaferinin muhtelif Ortadoğu kavimlerine mal etmeye çalışan bizim tespit edebildiğimiz iki kaynak İbnü’l Kalanisî’dir. 1160 yılında, doğduğu şehir olan Şam’da ölen bu müverrih, Suriye’deki Türk beyleri ve onların haçlılarla mücadeleleri hakkında değerli bir eser bırakmakla beraber, Malazgirt savaşı konusunda uydurma rivayetleri nakletmiştir. Zaten bu büyük zafere bir sayfacık ayırması da konuyu bilmediğini göstermektedir. Önce de bahsettiğimiz gibi Kalanisî, savaşın hangi ayda yapıldığını dahi bilmez. Ama Zeylü Tarihî Dımaşk’ta, Türk Ordusunun “Türklerden ve diğer kavimlerden olmak üzere takriben 400 bin kişiden meydan geldiğini”yazmaktan çekinmez. 1257’de öldüğünü bildiğimiz vakanüvis Sıbt İbnü’l Cevzi, Mir’at’-Zeman fi Tarihî’l Ayan adlı eserinde “onbin kürdün sultana katıldığı” yazar. Aynı müellife göreAlparslan Gazi’nin askeri sadece 4 binden ibarettir! Bizans ordusu 100 bin kişidir. Cevzi bu 100 bin askere 100 bin nakkab (delici), 100 bin carhi, (yaralayan) ve 100 bin ustayı da refakat ettirir. Bu mübalağa ile yetinmez. 800 mandanın çektiği 400 arabaya nal ve çivi yükler. Silah nakliyatı için de ayrıca bin araba tahsis eder. Bizans ordusunun bir tek mancınığını 1.200 kişiye çektirdiler. Ve sanki savaş şartlarında yüklenmesi mümkünmüş veya sanki pratikmiş gibi bir tek mancınığın 1200 kilo taş fırlattığını hikâye eder. 1335’te öldüğü tahmin edilen İbn’d – Devari, Kenzü’d-dürer ve Cemiü’l gurer de aynı mübalağalı ifadeleri benimser. Cevzi’nin verdiği rakamlara 100 bin okçu, 100 bin kat ipekli elbise ilâve eder ve o da Türk Ordusunun mevcudunu 4 bin kişiden ibaret gösterip, kürtlerden ve sair kavimlerden 10 bin kişinin Sultan’ın komutasında savaşa katıldığını belirtir. Biz hiçbir tarih kitabında, bir orduya mevcudunun iki buçuk misli insanın katıldığını okumadık. Değil Alparslan Gazi gibi bir harp dehasının, sıradan bir komutanın bile, savaş kabiliyeti meçhul, askeri disiplin altında yetişmiş, belki de ilk darbede firara yeltenecek, Türk savaş taktiğinden habersiz, mukavemeti ve vuruşma gücü üstlerince bilinmeyen bir kalabalığı ordusuna kabul edebileceğine inanmıyoruz. Kaldı ki birkaç günden beri fahiş hataları, akıl almaz çelişkilerini ve hattâ cehaletlerini tekrarlamak ihtiyacını duyduğumuz bu müverrih veya vakanüvislerin hiç biri bilim adamlarınca ciddiye alınmamıştır. Ona rağmen, bu mübalağalı ve asla ilmî kıymet ifade etmeyen kitaplarda bile 20 bin kürtten bahis yoktur! Bir millet yaratmak gayretiyle yazılan kürt tarihi Şerefname’de ise Malazgirt savaşına bir tek kürdün bile katıldığından bahsedilmez. Gerçek şudur ki, Malazgirt, 50 bin Türk evladının 200 bin kişilik Bizans ordusunu yok ettiği parlak bir zaferin adıdır. Kudüs’ün Selahaddin Eyyûbi tarafından fethinin 808. yılına ithaf olunur. kürt tarihî olarak da kabul edilen ve 1597 yılında tamamlanan Şerefname, Selahaddin Eyyûbi’nin kürt olduğuna dair iddiayı “tarih bilginlerinin ve araştırmacıların rivayetlerine”bağlar. Fakat bu bilginlerin ve araştırmacıların isimlerini zikretmez Ama bugüne kadar güvenilir hiçbir İslâm tarihçisi veya bilim adamı Şeref Han’ı teyit etmemiştir. Şeref Han’ın umut ettiği destek, asırlar sonra ilmî gerçekleri mensup oldukları devletin siyasi emellerine alet etmek isteyen iki Batılıdan gelir: Grousset, 1192-1193 yıllarında,Şam yöresindeki iç karışıklıkları, Cahen ise 1187’de el-Cezire Türkmenleriyle kürtler arasında ortak kavgalarını etnik uyuşmazlık olarak nitelerler. Oysa bu türlü ihtilaflar, aynı aşiretin muhtelif oymakları arasında bile tarih boyunca süre gelmiştir. Bazı İslâm kaynakları Selahaddin Eyyûbi’yi 758 yılında Basra’dan Azerbaycan’a sürgün edilen, nakledilen veya göçen Yemen Araplarından Ravvad b.El-ezdi’nin soy kütüğüne kaydederler. Rivayete göre bu aile Azerbaycan’da Hezbaniyye kürtleriyle karışmış, daha sonra da Kuzey Irak’a dönerek Selçukluların ve Zengi’lerin hizmetine girmiştir. Arap tarihçilerinin mümtaz şahsiyetlere, özellikle hükümdarlara, ırkçı düşüncelerle veya onları kutsamak için şecere uydurmak, hattâ seyit ilân etmek gibi kötü bir gelenekleri olduğu için, bilim damları bu Yemen’den Basra’ya, Basra’dan Azerbaycan’a göç hikâyesine itimat etmezler. Edilecek gibi de değildir. Çünkü bugünün şartlarında bile sıradan bir ailenin 3-500 senelik tarihini takip etmek de bu ailenin sicilini tespit etmek de imkân dışıdır. Şeref Han, yukarıda naklettiğimiz rivayetteki Ravvad Araplarını, Ravende kürtleri olarak değiştirmiştir ki, Selahaddin Eyyûbi’nin kürt sanılması işte bu tahrifattan dolayıdır! Oysa aynı Şerefname’de Selahaddin Eyyûbi’nin kardeşleri şöyle sıralanır: Mahammet Ebu Bekir, Şemsüddevle Turan Şah, Seyfilislam Tuğtekin, Şehinşah, Tacilmülük Buri. Görüldüğü gibi Selahaddin Eyyûbi’nin kürt olduğunu iddia eden kürt tarih yazarı Şeref Han bile, onun kardeşlerinden ikisinin Turan Şah, ve Tuğtekin gibi Türk has isimleri taşıdığını ifade etmekten kaçamamıştır. Kaldı ki Şeref Han’ın Buri imasıyla yazdığı en küçük kardeş, bütün kaynaklarda Böri veya Börü şeklinde kaydedilmiştir. Bilindiği gibi Börü ismi de Türk has isimidir ve kurt demektir! Selçukluların ve Zengi’lerin hizmetinde büyük emirler olarak çalışan Selahaddin Eyyûbi’nin babası Necmettin Eyyûb Azerbaycan’daki kesif Türkmen boyları arasında yerleşmiştir ve Türk’tür. Çünkü Selahaddin’in bir Türk oyunu olan ve o tarihlerde Irak tarafından bilinmeyen poloda mahir olduğu kesinlikle bilinmektedir. Bu büyük Türk hükümdarının annesi, Şihabeddin Tokuş’un kardeşidir. Kız kardeşi Rabia Hatun’u da önce Gökbürü ile evlendirmiştir ki, ikisi de Türk’tür. Ağabeyi Şehinşah ise Kutlukız Hatun adında bir Türk kızıyla evlenmiştir. Selahaddin Eyyûbi’nin bizzat kendisi de evlenmek için bir Türk kızını tercih etmiştir: Amine Hatun b. Üner Selahaddin Eyyûb’inin kürt hükümdarı olduğu yolundaki iddialara cevap vermiştik. Bugün Eyyûbi Devleti’nin Türk Devleti olduğunu ispat edeceğiz. İstiklâl Marşı şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un “Şarkın sevgili sultanı” Fransız tarihçisi Champdor’un “İslâm’ın en saf kahramanı” olarak tanımladığı Selahaddin Eyyûbi, aslında yeni bir devlet kurmamıştır. Onun cihangirane bir siyasetle yönettiği devlet,Zengiler Devleti’nin devamından ibarettir. Memlûkler de Eyyûbilerin uzantısıdır. Çünkü, devlet teşkilatı değişmemiştir. Millet değişmemiştir. Devletin maddî, manevî, istinatları değişmemiştir. Değişen sadece hanedanlardır. Her üç devletin de bayrağı sarı zemin üzerine doru kartaldır. Her üç devlette de siyasî ve askeri kadrolar aynı unsurlardan meydana gelmektedir. Selahaddin Eyyûbi ile ilgili değerli bir eser yayınlayan sayın Ramazan Şeşen’in de belirttiği gibi, devlet ve ordu teşkilatı Türk devletlerinde görülen devlet ve ordu teşkilatlarının aynıdır. Bugün bölücülüğün malzemesi olarak kullanılmak istenen Eyyûbi Devleti, Selahaddin’in çağdaşları tarafından da Türk Devleti olarak kabul edilmiştir.Arap şairi Sena İbn el-Mülk’ün Halep’in zaptı vesilesiyle Selahaddin’e sunduğu kaside“Arap milleti Türklerin devletiyle yükseldi, Ahl-i salibin davası Eyub oğlu tarafından perişan edildi” mısralarıyla başlar. Ünlü İbn-i Haldun da Mukaddeme de Eyyûbiler ve Memlûklar devletinin bir tek Türk Devleti olduğunu yazar. Eyyûbiler Devleti’nde Arap kültürünün egemen oluşu bizi şaşırtmamalıdır. Gazneliler ve Selçuklular nasıl Fars kültürünün ön plana çıkarmışlarsa, Zengiler, Eyyûbiler ve Memlûklar da aynı şekilde ve tıpkı Roma İmparatorluğu’na Yunan kültürünün hakim olduğu gibi, Eyyûbiler de Arap kültürünü Türk Kültürüne tercih etmişlerdir. Fakat Selahaddin Eyyûbi’nin zaferden zafere koşturduğu ordunun kahir bir ekseriyetini Türkler teşkil eder. Selahaddin Eyyûbi’nin çağdaşı olan tarihçiler, Mısır, Yemen, Kuzey Afrika gibi merkeze uzak kıtaların ele geçirilmesini Oğuz harekâtı olarak görürler. Sonuç olarak şunu ifade etmek isteriz ki, İslâm’ın bu efsanevi kılıcı, kültür itibariyle olduğu kadar, soy itibariyle de Türk’tür. Devleti de Türk Devleti’dir. Bir süre önce Selahaddin Eyyûbi’nin Türk ırkının bir evladı olduğunu yazmış, kürt tarihi müellifi Şeref Han’ın bile, bu ünlü hükümdarın kardeşlerinden ikisinin Turanşah veTuğtekin gibi Türk has isimleri taşıdığını ifade etmekten kaçınamadığını belirtmiştim. Şerefname’de bahsedilen üçüncü kardeşin adı Tacülmülük Buri yani Börü’dür. Börü ise hemen hemen bütün Türk destanlarına konu olan kurt demektir. Bugün kürtçülerin çok istismar ettiği Selahaddin Eyyûbi’nin Türklüğüne dair bir başka belge sunmak istiyorum. Önümde Selahaddin Eyyûbi’nin danışmanlarından Usame İbn Münkız’ın Kitab el İ’tibar adını verdiği hatıralar var. Eser Türkçe’ye Yusuf Ziya Cömert tarafındanİbretler Kitabı ismiyle tercüme edilmiş. Ses Yayınları tarafından 1992 yılında İstanbul’da basılmış. Kitabın Arapça baskısını temin edemediğinden bahseden mütercim, eserin Philip K. Hitti’nin İngilizce çevirinden Türkçe’ye aktarıldığını belirtiyor ve herhangi bir şüpheye meydan vermemek için de ilâve ediyor: “Arap asıllı bir müsteşrik olan Philip Hitti’nin bu eseri ingilizceye aktaracak ehliyette olduğu düşüncesi bizi nispeten rahatlatan bir keyfiyettir.” Kısaca İbn Münkız olarak bilinen yazarın asıl adı Müeyyed el-Devlet Ebul Haris Üsame İbn Münkız Malazgirt Savaşı’ndan 24 yıl sonra, haçlıların Kudüs’ü işgalinden 4 yıl sonra Hama civarındaki Şayzer’de doğmuş. Şair, edip ve tarihçi olan Üsame ibn Münkız, 93 yıl ömründe 20’den fazla eser vermiş. Edebi eserlerinin başında beş kısımdan oluşan iki ciltlik Divan El-Şir’i geliyor. Edebi sanatlar hakkında El-Bedi fi Nakd El Şi’r’ adlı eseri, Hazreti Musa’nın asasından başlayarak büyük şahsiyetlerin asalarından hareketle kaleme aldığı Kitab-ul Asa’sı, Hasankeyf’te yazdığı söylenen El-Menazil Ve’d Diyar’ı ve Lübebu’l adab’ı önemli eserlerinden. Ayrıca 20 ciltlik Mekarimül Ahlâk adlı eseri var. Bedir ashabının hayatlarını konu alan 5 ciltlik Taril el-Bedr ile Fezail-i Hulefa-i Raşidin ve Tarih el İslâm bilinen diğer eserleri. Selahaddin Eyyûbi ile birlikte birçok savaşlara da katılan Üsame İbn Münkız Kitab El-İtibar’ın 201. sayfasında diyor ki: “Bu arada, Selahaddin, buradaki durumumuzu bildirmek üzere Atabek’e bir atlı gönderdi. Sonra, hızla bize doğru ilerleyen on kadar atlı gördük. Arkalarındaki ordu da sürekli hareket halindeydi. Geldiklerinde, Atabek’in komutasındaki öncüler olduğunu anladık. Ordu da aralarından gelecekti. Atabek, ‘Ey Musa, mahvolmak için mi otuz atlıyla Şam kapısına kadar geldin! Ne acelen vardı!’ diye Selahaddin’i eleştirdi. Karşılıklı atıştılar. İkisi de Türkçe konuşuyordu. Bu yüzden söylediklerini anlayamadım.” Farsça’nın siyaset, Arapça’nın bilim, eğitim ve din alanında tartışılmaz bir üstünlük kurduğu ve Türk Dili’ni öğreten bir tek kurumun dahi bulunmadığı böyle bir devirde Selahaddin Eyyûbi’nin Türkçe konuşması, onun öz be öz Türk olduğunu gösteren en büyük delildir.
NECDET SEVİNÇ

DİYET,PERHİZ VE REJİME KARŞIYIZ.

  Bu yazı bırkaç yıldır arşivimde duruyordu.çok hoşuma gıtmıştı.bugun belkı konumuzla alakası yok ama lafolsun cınsınden paylaşayım istedim.
begenecegınız umuduyla.
EROL TANRIVERDİ.

Şiş li'deki bir dürümcünün reklam broşüründen harfi harfine aktarılmıştır.  
 
--------------

Diyet, perhiz, rejim gibi faaliyetler hedefte Türk delikanlılarının ve genelde de Türk milletinin devamını engellemek için dış mihraklar tarafından gündeme getirilmiş şuurlu bir düzmecedir. Gaye, eskiden bir koyunu, bir oturuşta götüren dev gibi babayiğit atalarımızı ve tarlada doğum yaptıktan sonra bebeğini kundaklayıp, elde orak tarlada çalışmaya devam eden Türk kadınlarını; kalori hesaplayan, hapşırınca yatağa giren, fitness ve aerobik yapan çıtkırıldım tiplere dönüştürmek ve büyük Türk ırkını Çinliler, Japonlar gibi sıska, zayıf ve sağlıksız bir ırk haline getirmektir.

İcabı halinde 240 kiloluk top mermisini tek başına namluya süren bir babayiğidin, kalori hesaplayan, yoğurtlu kebabı reddeden bir züppe haline getirilmesinden daha büyük bir soykırım olabilir mi?

İç yağının, kuyruk yağlarının, anamızın Vita yağının kolestrol yaptığı palavradır.

Kolestrol, kebapları yedikten sonra iki şişe soda içerek ayarlanabilecek bir gaz durumudur.

Sakın bu oyuna düşmeyin.

Feminizm, kadın hakları, çevre şuuru ve eşitlik adı altında Türk kızlarının akılları çelinerek, yemek yapmayı bilmeyen, bizim istikbalimiz olan yavrularını, abuk subuk yiyeceklerle yetiştirecek, damak zevki gelişmemiş, sunta kılıklı diyet bisküvilerini yiyecek sanan bir hale getirmişlerdir.

Ayrıca kör olası dış mihraklar, bu kızlarımıza kebap, soğan, çiğ köfte vb. Lezzetleri yiyen, bardak bardak şalgam suyu içen yiğitlerimize hanzo-kıro gibi sıfatlar takmayı öğretmişlerdir.

Ayrıca son yıllarda moda gibi gösterilmeye çalışılan Çin mutfağı diye birşey yoktur. Bu sözde mutfak, acaip zerzevat ile acaip mahlukatın, wog adı verilen bir tencerede yarı pişmiş yarı çiğ olarak hazırlanıp insanlara eziyet olsun diye sopalarla yenmesinden ibaret bir hokkabazlıktır. Sakın kanmayın, sakın yemeyin. Helal değildir!

Unutmayın su uyur, düşman uyumaz!

GÜNÜN FIKRASI (ALİ NİN SINIF ATLAMA TESTİ)

Bir gün Ali, öğretmeni Ayşe Hanım'a giderek dersten sonra kendisiyle görüşmek is...tediğini söyledi. Öğretmen kabul etti ve sordu: - Sorun nedir Ali? - Ben bu sınıfın düzeyine göre fazla zekiyim. Bir üst sınıfa geçmek istiyorum. İstek konusunda bilgi verilen müdür, Ali'ye bunun için bir testten geçmeyi isteyip istemediğini sordu. Ali ter...eddütsüz kabul etti ve test başladı. - Söyle bakalım ali: 3x4? - On iki - Peki 6x6? - Otuz altı müdür bey - Japonya'nın başkenti? - Tokyo. Ve test bir saat sürdü, Ali hiç hata yapmadı. Test sonunda Ali'nin öğretmeni de soru sormak istedi. Ali ve müdür bu isteği kabul ettiler. Öğretmen sorulara başladı: - İneklerde dört tane, bende iki tane olan nedir? - Bacaklar öğretmenim! - Doğru! peki; senin pantolonunun içinde olup, benim pantolonumun içinde olmayan nedir? Müdür bu soruya çok şaşırdı. - cepler öğretmenim. - Kadınların tüylerinin en kıvırcık olduğu yer neresidir? Velet tereddütsüz yanıt verdi: - Afrika'dır öğretmenim. - Yumuşak olup, kadınların ellerinde sertleşen nedir? Müdür gözleri fal taşı gibi açılmış tam konuşacakken ali yanıtladı: - Tırnak cilası. - Peki. bekâr bir kadına göre evli kadında daha geniş olan nedir? Müdür kulaklarına inanamıyordu. - Yatak öğretmenim. - Kadın vücudunda en nemli organ hangisidir? - Dil öğretmenim. Nefes nefese kalan müdür, testi bitirmeye karar verdi ve şöyle dedi: "Değil bir üst sınıfa, ben bunu doğrudan üniversiteye göndereceğim. Çünkü ben bütün sorulara yanlış cevap verdim!"

17 Ekim 2010 Pazar

ALIŞILMADIK BİR BAŞKAN SEÇİMİ HİKAYESİ..(KISSADAN HİSSE ANLIYANA)

BİR BAŞKAN SEÇİMİ Ülkenin birinde zamanında başkanlık seçimi yapılacak. Malum eskı başkan gorev suresını tamamlamış halıyle, durum boyle olunca başkanlık secımı gelmıs kapıya dayanmıs. Fakat o memlekette baskanlık secımı bır garıp sekılde yapılıyormuş, e normal tabı cunku oranın halkıda garıpmıs. Başkan nedır,ne iş yapar,gorevlerı nedır,sorumlulugu nedır bılende yok ılgılenen de yok.Sarayda oturacak bır baş-kan oldumu iş tamam. (BİZDE DE BOYLE DEGILMI ZATEN) İşte boyle bır memlekette başkan secımı.Burada demokrası fılanda bılen yok zaten halk oyle bır halk kı demıkrası yada başka bır model halkında cok umurunda degıl. Yanı bızım modern dunyadakı geleneklerımızden yontenlerımızden bıhaberler anlıyacagınız. İşte bu memlekette durum boyle olunca siz düşünün seçim nasıl yapılır?NASIL DERSINIZ? Seçim nedir bilende yok.E nasıl secılecek bu başkan? Onlarda kendılerınce bır model gelıştırmısler zaten.Oranın bır yaşlılar heyetı var normal olarak. İşte bu yaşlılar heyetı gunu gelınce halkı meydanda topluyorlar ve kendı yontemlerınce başkanlarını seçıyorlar. Garıp olanı burada aday yok,oy kullanma yok,seçim çalışması yok ,bildiğimiz hiçbirşey yok. Var olan meydana toplanan halk ve bır beyaz guvercın. (BU GUVERCININ BIZIM KARAOGLANIN GUVERCINIYLEDE ALAKASI YOK) Beklenen gun gelır ve halk heyecanla ulkeyı yonetecek başkanını secmek ıcın meydana toplanmaya başlar. Tam bır bayram havası vardır.Herkez neşelı guzel kıyafetlerını gıymış koşarak meydana gıtmeye calışırlar. Bu hengamede meydana gıden yollardan bırının kenarında kaldırımda uzanmakta olan ustu başı perişan, hıcbır iş yapmayan,pecmude bırı vardır.Tek derdı yatmak ve içip içip oracıkda sızmak olan bu kişi ve bırde en yakın arkadaşı. Halk toplanmaya başlarken bunların sokagından geçer ve malum alışılmadık bır kalabalık bunları rahatsız eder. EE rahatları kacar tabı. Bızımkı ne oluyor yaa der. Arkadaşıda bugun başkan secılecek hadı bızde meydana gıdelım der. Bızımkısı pek ıstemesede ısrara dayanamaz meydana gelırler. Yeterlı kalabalık toplanır ve artık zamanıdır.Heyecan dorukta halıyle kendıne baskanlıgı yakıştıranlarda vardır dogal olarak. En onlerde yerlerını alırlar. Yaşlı heyetin en yaşlı olanı guvercını havaya fırlatır.guvercın bıraz ucar ve kımın omuzuna konarsa o başkan olacaktır. Guvercın kalabalıgın uzerıne suzulmeye başlar ve yaklaştıkca artık sessızlık ve heyecan hakımdır. Kalp seslerınden başka çıt çıkmıyordur.Nihayet tarıhı an gelır ve bızım guvercın bırının omuzuna konar. Herkeste bır zafer cığlığı ve bır gurultu kopar.Bır muddet sonra ılk mantıklı ses yukselır ve bu bır ıtıraz sesıdır. -DURUN -Bu işte bir yanlışlık var benden başkan fılan olmaz,ben kabul etmiyorum. Haklı dır adam herkez purdıkkat o yone bakar bakar ama ne gorsunler bızım pecmude sarhoş dur bu. Yaşlıların başıda itiraz eder ama bizim yeni başkanın ıtırazına . -Nasıl olur guvercın senı sectı sen olmalısın dıye.Halk da onaylar evet evet guvercının secımı dogru dıye. Bızımkı olurmu ben ne anlarım memleket ıdare etmekten dıye ıtıraz etsede herkez ısrarlıdır guvercın onu secmıstır. Bızımkı bır onerıde bulunur derkı: -Guvercını bırdaha ucuralım bu defa dogru secımı yapacaktır dıye. guvercını bırdaha ucururlar ama olacakya guvercın gene ona konar. artık ıtıraz sansı kalmamıştır ama bır şartla kabul der. Şartını sorarlar en yakın arkadaşının yardımcısı olmasını ıster ve kabul edilir. Başkan sarayına(makamına)yerleşır ama yaşantısı aynen devam eder,içmeye ve sefa surmeye devam eder. Birgun yardımcısı tepkı gosterır bu duruma.E nede olsa o nıspeten aklı başında bırıdır. Sen başkansın halkınla hıc ılgılenmıyorsun,sen burada zevkusefa ıcındeyken halk ne durumda bılıyormusun? Çık dışarıda bıraz halkınla ilgilen der. Aldıgı cevap hıc beklemedıgı bır cevaptır.ve çok MANİDARDIR. KENDI BAŞKANINI SECEMEYIP GUVERCINDEN MEDET UMAN BIR HALKA BENIM GIBI BIR BAŞKAN VE BÖYLE YÖNETİM ÇOK BİLE. HERKEZ LAYIKIYLA YONETILIR. BU BİR HİHAYE GERCEKMIDIR BILINMEZ.AMA YONTEM BANA HIC YABANCI GELMEDI. NEDENSE INSANLAR BIR YONETICI SECERKEN NEDENSE BEKLENTILERINE VEYA GOREV VE SORUMLULUKLARA FILAN BAKMAZSIZIN YA BOYA POSA YAKIŞIKLILIĞA,YADA BAŞKALARININ TAVSIYESI VEYA HATIR ICIN OY KULLANMIYORMU.HA GUVERCIN SECMIŞ HA BOYLE SECMIŞSIN NE FARKEDER. KISSADAN HISSE BU HIKAYEYI NEDEN YAZDIM ANLIYAN ANLADI. NOT:BIR IPUCU; 1972 yılında kasaba olmuş bir beldenın beledıye başkanlarını ve secılme sekıllerını o donemkı aday olma şekıllerını secım calışmalarını bırazcık ırdeledım de 4 başkan hariç diğerlerini omuzlarına kuş konduğu için seçmişler. bu arada Rahmetlı olan 3 başkanımızında ALLAH ruhlarını şad etsin.rahmetle mınnetle anıyorum. onlar gercek başkandı.Diğerleri gıbı mantar degıl. SAYGILARIMLA EROL TANRIVERDİ. 18-10-2010

BİR HAYAT DERSİ(BİR SİMİT PARASI)

Günün son dersinin sonuna gelinmişti. Öğrenciler çıkmak için sabırsızlanıyordu. Defter ve kitaplarını çantalarına koydular. Zil çalar çalmaz, dışarı çıkmak için hazırdılar. Yalnız, Ali hazırlanmamıştı. Gecikmek için de elinden geleni yapıyordu. Nihayet zil çaldı. Öğrenciler bir anda kapıya yöneldi. Ali, yerinden kalkmadı. Ağır ağır eşyasını topladı. Bir yandan göz ucuyla öğretmenine bakıyor, bir yandan da arkadaşlarının gitmesini bekliyordu. Öğretmeni, onun bu halini fark etti: - Hayrola Ali, dedi. Eve gitmeyecek misin? Ali, son arkadaşının da çıktığını görünce cevap verdi: - Sizinle konuşmak istiyordum öğretmenim. - Peki, dedi öğretmeni. Ne söyleyeceksin bakalım? - Ahmet arkadaşımız var ya… - Evet, ne olmuş Ahmet'e? - Durumları pek iyi değil galiba. Annesi, beslenme çantasına pekiyi şeyler koymuyor. - Eee? - Ona yardim etmek istiyorum. Ama benim yardim ettiğimi bilirse üzülür. Günde bir simit parası biriktirip her hafta size versem, siz de ona verseniz? Cebinden bir avuç bozuk para çıkarıp öğretmenin masasının üzerine koydu. Nurhan Öğretmen, paraya dokunmadı. Sandalyesine oturup düşündü. Ali hakkındaki bilgilerini yokladı. Bildiği kadarıyla ailesinin durumu pekiyi değildi. Bu çalışkan ve sevimli öğrencisi, ne kadar da iyi niyetli ve düşünceliydi. Zengin bir ailenin çocuğu değildi. Buna rağmen yardim etmek istiyordu. Üstelik yardım ettiğinin bilinmesini istemiyordu. Nurhan Öğretmen: - Dur bakalım Ali, dedi. Bildiğim kadarıyla sizin de maddî durumunuz pekiyi değil. Yanlış mı biliyorum? - Doğru biliyorsunuz öğretmenim. Babam gündelikçi. Çoğu zaman iş bulamıyor. Ama ben de çalışıyor, para kazanıyorum. - Nerede çalışıyorsun? - Simit satıyorum. Nurhan Öğretmen yine durup düşündü. İyiliğin bu kadarına ne demeliydi şimdi? Bunun gerçekleşmesi zordu. Onu, bundan vazgeçirmek için bir çare bulmalıydı. Bunu yaparken, sevimli öğrencisini de kırmamalıydı. Onunla biraz daha konuşursa, belki bir yolunu bulurdu. Nurhan Öğretmen, Ali'ye dondu: - Büyüyünce ne olmak istiyorsun, diye sordu. - Çok zengin bir işadamı… - Niçin? - İnsanlara daha çok yardım etmek için… - Güzel, dedi Nurhan Öğretmen. Bak simdi Ali, Ahmet'in ailesinin durumu pekiyi değil, bu doğru. Ama sizinki de bundan pek farklı değil. İstersen acele etme. Çok zengin olduğun zaman insanlara yardim edersin. Olmaz mı? - Olmaz, dedi Ali. Şimdi yapmalıyım. — Neden olmaz? — Üç sebepten dolayı olmaz. Birincisi: Bu para zaten benim değil. İyilik ettiğim için Allah, beni insanlara sevimli gösteriyor. İnsanlar da bundan etkileniyor, daha çok simit alıyorlar. Bu sayede gün boyu çalışanlardan bile fazla simit satıyorum. Hele mahallede Hasan Amca var, her gün iki simit alıp güvercinlere veriyor. İkincisi: 'Ağaç yas iken eğilir.' deniliyor. Şimdiden iyilik yapmayı öğrenmezsem büyüdüğümde hiç yapamam. Şimdiden iyilik yapmayıp bunu zenginlik günlerime ertelersem, zengin olduğum günlerde de daha zengin olduğum günlere erteler kendimi kandırmış olurum. Üçüncüsü ise daha önemli: Büyüdüğüm zaman çok zengin bir işadamı olmak istiyorum. Zamanında yatırım yapmayanlar büyük işadamı olamazlar. Nurhan Öğretmen, karsısında büyük biri varmış gibi dinliyordu: - Bu sonuncusunu pekiyi anlayamadım, dedi. - Açıklayayım öğretmenim, dedi Ali. Şimdi, çok zengin olmadığım için, ancak günde bir simit parası kadar yardım edebiliyorum. Bundan fazlasını veremem. Allah, Cennet'i gücü kadar iyilik edene veriyor. Şimdi gücüm bu olduğuna göre, Cennet'in fiyatı birkaç simit parası kadardır. Eğer zengin olmadan ölürsem birkaç simit parasıyla Cennet'e girebilirim. Bundan daha karlı bir yatırım olur mu? Nurhan Öğretmen'in gözleri dolmuştu. Başını 'Evet' anlamında sallarken Ali'yi evine yolladı. Sınıfa geri dönerken okulun boşaldığını fark etti. Eşyalarını toplamak için masasına döndüğünde Ali'nin bıraktığı paraların masa üstünde kaldığını fark etti. Sandalyesine gayri ihtiyari oturdu ve paraları eline aldı. Hiçbir para ona bu kadar kıymetli gelmemişti. Sanki elinde dünyanın en kıymetli incilerini, yakutlarını, elmaslarını tutuyordu. Hatta bu paralar onlardan bile kıymetliydi. Bu paralar, bu bozuk SIMIT paraları, Cenneti satın alabilecek paralardı. Sanki hiç bırakmak istemeyen bir duygu ile sımsıkı kavradı bu bozuk simit paralarını. Oturduğu yerden kalkamadı Nurhan Öğretmen. İçinin dolduğunu, Tarif edilemeyen duygulara boğulduğunu hissetti. Birden boşalan sağanak yağmurlar gibi ağlamaya başladı. Ağladı… Ağladı… Ağladı. Kendine geldiğinde aksam olmuştu. Yavaş adımlarla sınıftan çıkıp okuldan ayrılırken bekçi Sadık 'Bozuk Simit paraları ile cenneti satın almak, Bozuk Simit paraları ile cenneti satın almak' diye Nurhan öğretmenin sayıkladığını duydu. Bekçinin hayretler içinde, 'Ne dediniz hocam?' demesini bile duymayan Nurhan öğretmen, bekçinin şaşkın bakışları altında akşamın alaca karanlığına karışıvermişti Hikayeyi beğenmişseniz ve Ali'den utanmışsanız, maddi durumunuz iyi değilse bile, iki tane ekmek alıp bölgenizdeki bir fakirin kapısına bırakın. Bir okul önünde biraz bekleyip yırtık ayakkabısı olan bir çocuğa ayakkabı alın. Maddi ihtiyacı olan bir akrabanıza yardım edin. Yeter ki boş durmayın! Ekmeği paylaşmak ekmekten daha lezzetlidir.

TÜRK OLMAK

Aslinda cok seydir, Turk olmak. > > Turk olmak, Osmanli'nin borcunu odemektir. Hovarda babanin borcla yasayan > evladi gibi. Kosova'da ve Bosna'da, Bati Trakya'da ve Makedonya'da bilmem > kac asir gecmiste kalan meselelerin hesabini vermektir. > > Turk olmak Kibris'ta, Hocali'da, Anadolu'da ve Balkanlar'da soykirima >ugrayip, yapmadigin soykirimla suclanmaktir. Turk olmak fasist olmaktir, >vatanina, yurduna, > tarihine sahip ciktiginca. Turk olmak demokrat ve cagdas olmaktir, >vatanina, > yurduna, tarihine sahip cikmadiginca. > > Turk olmak lisaninin Avrupa'da yasaklanmasidir ve yine Turk olmak kendini > anlatamamaktir. > > Avrupa'da hor gorulmek Turk olmaktir, atalarin bir suru asir once > Viyana'yi kusattigi icin ve hos gorulmemektir, sadece kusatip; Napolyon >gibi butun > Viyana'yi yakmadigin icin. > > Turk olmak Selanik'te Pontus Aniti'nin, Viyana'da cignenen yeniceri >minberinin ve Malta'da papazin uzerine bastigi Turk bayragi heykelinin >onunden gecmektir. > > Turk olmak zordur, cetindir ve eziyetlidir. Uc kitadan donup, bir kucuk >yarimadada misafir muamelesi gormektir. Sayisiz imparatorluk kurmak Turk >olmaktir, ayni zamanda sayisiz imparatorluk yikmak da Turk olmaktir. > > Arabaya kosulan ilk atin vataninda, ilk yazili antlasmanin imzalandigi >yurtta, yazinin bulundugu, paranin icad edildigi her metrekaresinden >bereket fiskiran bu yurtta, kalkinmak icin yabanci sermaye beklemektir. > > Turk olmak; Troya'dan bu yana, Sumer'den bu yana serpilerek gelse de, >tarihten eski bu topraklarda, butun zamandan damitilarak gelen yuksek >degerlerine ragmen, bir haftalik hafiza ile yasamaktir. > > Dogu Roma'yi da Bati Roma'yi da yikip, yeni Roma olan AB'ye girmeye >calismaktir Turk olmak. Turk olmak, Mostar'da koprudur, Kerkuk'te kaledir, >Istanbul'da Kizkulesi'dir, Anadolu'da bugdaydir, Cukurova'da pamuktur, >Ege'de tutun, Karadeniz'de findik, Trakya'da aycicegidir. > > Turk olmak Canakkale'de olmektir. Canakkale'de olmeden once dusmana su >vermektir, onun yaralisini sirtinda kendi hastanene tasimaktir. > > Dusmanin ardindan rahmet okumak, kanlindan helallik almaktir. Sabahlari >odana Rahmet dolsun diye, cami acmaktir. Kar yagdiginda kayak yapmayi >degil, evsizleri dusunmektir. Balkon kosesine kuslar icin, kisin ekmek >kirintisi, yazin su koymaktir. Yagmura rahmet, kara bereket diye >bakmaktir. > >Turk olmak, harap bir ulkede, zengin ulkelerin mustemlekesini reddedip, >tahtadan kilic ve ipten uzengi ile, paylasacak ve sahiplenecek tek varligi >fakirlik olmasina ragmen, yedi duvele meydan okumaktir. > > Turk olmak askere davul-zurna ile ugurlanmaktir, belki de donmeyecegini >bilerek. Turk olmak, annenin ardindan "bir oglum daha olsun, onu da >gonderecegim" demesidir. Babanin gozyaslarini tutarak, tabutuna son kez >dokunurken "vatan sag olsun" demesidir. > > Turk olmak "Turk cayinda radyasyon olmaz" yalanlari ile, "gusul abdesti >alana aids bulasmaz" dolanlari ile yasamaktir. Her hukumetin enkaz >devraldigi, ama asla ardinda enkaz birakmadigi ulkede olmaktir. > >Turk olmak, ecdadin yasadigi kitliktan dolayi, cayin yaninda gelen >sekerden fazla olani garsona geri vermektir. Ayni nedenle Turk olmak, >yemegi ziyan etmekten Korkmaktir. Goz hakkina, dis kirasina saygidir Turk >olmak. > Evindeki bir kap asin yarisini tanri misafirine vermektir. Kendi yerde, >misafiri > dosekte yatirmaktir Turk olmak. > > Turk olmak, milli macta aglamaktir. Ayhan IsIk'a, Belgin Doruk'a asIk >olmaktir. Turk olmak, askini olesiye sevmektir. Aski icin olmektir, >oldurmektir. Sevdiceginin elini bir tez tutamadan, topraga girmektir. > > En guzel ask siirlerini yureginde hissetmektir. Eskiyaya turku yakmaktir, > Turk olmak. Milletine sovmektir, ama baskasina sovdurmemektir, Turk >olmak. Turk olmak Yunus'u bilmektir, AsIk Veysel'i sevmektir. Mevlana'yi, >Haci Bektas-i Veli'yi ve Hoca Yesevî –tek bir satirini okumasa da- >yureginde tasimaktir. > > Turk olmak, saz caldiginda, ney uflendiginde, kos dovuldugunde ve kaval >caldiginda, yureginin derinlerinde bir sizi sezmektir, bir de Yemen >Turkusu'nde... > > Hayatin sana verdiklerine "nasip", vermediklerine "kismet" demektir. Her >isin "hayirlisina" inanmaktir ve "felege" kufretmektir ve aglamamak icin >cok gulmekten cekinmektir. > > Turk olmak, Asya'da batili, Avrupa'da dogulu diye tepki gormektir. Irk >sozunu bilmeden yasamak, yaradilani Yaradandan oturu sevmektir. > > Magazin programlari ile dizilerin arasina sIkissa da, silkinip uzerindeki > olu topragini atabilmektir. Turk olmak, mahalle maci icin ayni saatte, on > kisi bulusamazken, milyon kisinin bir araya gelmesidir. Tavla oynarken >bile kavga ederken, milyon kisinin kavga etmeden gosteri yapabilmesidir. > > Turk olmak, buhran zamaninda Arjantin'de de magazalar yagmalanirken, daha > agir buhranda sorumlusuna en agir cezayi tek bir cam kirmadan sandikta > kesmektir. > > Turk olmak en zayif gununde bile dunyaya meydan okumak, en dertli gununde > bile her ufunetin bir safakta bitecegini bilerek tevekkul gostermektir. > > Zor istir Turk olmak. Turk olmak Anadolu'da her dusen yagmur damlasina >hamdetmek, her cikan basak icin sukretmektir. Turk olmak, medeniyetler >mezarligi Anadolu'da dik durabilmektir. > >DIPLOMATIK GOZLEM > >"Son gunlerde mutlaka > Avrupa'dan nasihat almak, butun isleri Avrupa'nin emellerine gore yapmak, > butun dersleri Avrupa'dan almak gibi bir takim zihniyetler belirdi: > Halbuki > hangi istiklal var ki ecnebilerin nasihatleri ve planlariyla yukselsin!" > Gazi Mustafa Kemal Ataturk / 6 Mart 1922 / TBMM >

ABD NİN BÖLÜNMESİNİ DESTEKLİYORUM (Teksas Kurtuluş Hareketi, Kaliforniya, Güney Carolina)‏

BU YAZIYI BUGUN NEDEN PAYLASIYORUM CUNKU ABD YILLARCA BIZIM BOLUCULERIMIZI DESTEKLEDİ.AMA BIRGUN KENDININDE BOLUNECEGINI HIC HESABA KATMADI,ARTIK ZAMANI GELDI.TARIHE BIR BAKIN GUNEY KUZEY SAVAŞLARININ DUMANLARI YENI SONDU VE AMERIKA BOLUNMEYE EN MUSAIT ULKE ETNIK PARCALI YAPISI VE HELEKI SON YILLARDAKI EKONOMIK KRIZDEN ETKILENEN EYALETLERIN BUYUK KISMINDAKI İŞSİZLİK REFAH SEVIYESININ DÜŞMESİ MUTLAKA BIRILERINİN AKLINA AYRILMAYI GETIRECEK.HATTA TEKSAS EYALETI SIMDIDEN WASHINGTON YONETIMININ KARARLARINA ITIRAZ ETMEYE VE KENDILERININ KENDI MECLISLERINCE IDARE EDILMEK ISTEDIKLERINI DILLENDIRMEYE BAŞLADILAR BILE EH AZICIKDA BIZ KATKI SAGLAYALIM. BU YAZIYI YAYALIM MUTLAKA AMERIKADA BIRILERININ KULAGINA KARSUYU KACIRMIŞ OLURUZ. BU BIR BAŞLANGIÇ OLABİLİR.ILK KIVILCIMI BIZ CAKMIŞ OLABILIR VE BELKIDE KAN BAGIMIZ OLAN KIZILDERILILERIN INTIKAMINI ALMIŞ OLURUZ. AMA EMIN OLUN AMERIKA MUTLAKA YIKILACAKKKKKKKK. NE MUTLU TURKUM DIYENE. EROL TANRIVERDİ. Amerika; Kendi Ayrılıkçılarına Çok Sert Meksikalıların tüm direnişlerine rağmen Amerikalıların ilerlemesi durdurulamadı ve bugün ABD'nin eyaletleri olarak sayılan Teksas, Arizona, Yeni Meksika, Kaliforniya, Nevada, Utah ve Wyoming Meksikalılardan zorla alındı.(2 Şubat 1848) ABD tarafından ilhak edilen bu topraklarda kalan Meksikalılar bütün 20. yüzyıl boyunca sürekli politik baskıya maruz kalmışlardır. Atalarının topraklarına sahip çıkmak isteyen Meksikalılar, Amerika'nın dünyaca meşhur "adaletiyle" tanışmışlar; ırkçılık olayları, haksız cezalar ve bastırma hareketleriyle susturulmuşlardır. Ulus Devlet döneminin bittiği yolundaki benzer tanımlamalar, 1980 senesini takip eden dönemde bazı çevrelerde moda anlatımlar içinde ortaya atılmıştır. Küresel alandaki etnik farklılıklar üzerine inşa edilmeye çalışılan bölücü ve bölgeci hareketlerde konu güncelleştirilmiş, bir diğer anlatımla da ortaya çıkan stratejide terör ve şiddet hareketleri hızlandırılmıştır. Ulus Devletlerin,himaye edici ve koruyucu politikalarına karşı, atomize edilen toplumların merkezi etki alanlarından koparılmış siyasi yapılarının parçalanarak denetimlerinin sağlanması da bu süreçte giderek ivme kazanmıştır. Etnik farklılıkların çokca bulunduğu ABD'de zaman zaman kendi bünyesindeki bağımsızlıkçı görüşlere benzer olaylarda muhatap olmuş, ancak çok şiddetli şekildeki önlemlerini anında almıştır. Tarihi evrimi içinde ABD de etkin unsur White Anglo Sakson Protestan kültürü olmuştur. Zamanla değişen demografik yapısı itibariyle, bu ülkenin sosyal yapısına bakıldığında gittikçe farklılık arz eden etnik grupların federal yapıdaki değişkenliğini arttırmıştır. California 'da eyaletin üçe ayrılması ciddiyetle tartışılıyor.John Naisbitt..Global Paradoks..sf.26) Clinton'u zehirleyerek öldüreceklerdi.Suikast planıyla ilgili mahkeme belgeleri önceki gün kamu oyuna duyuruldu. Suikastı Teksas'ın bağımsızlığını savunan bir grupla bağlantılı olduğu öne sürülen ve şu anda tutuklu bulunan üç kişinin planladığı belirtildi. Söz konusu üç kişinin kendilerini, Bağımsız Teksas Cumhuriyeti Hareketi diye tanıttıkları bildirildi. Bu örgüt Teksas'ın 1845 yılında, ABD tarafından yasadışı yollardan ilhak edildiğini ve şimdi ayrı bağımsız bir ülke olması gerektiğini savunuyordu...20 Ocak 1998 Hürriyet) ABD'in Güney Carolina eyaletinde hala iç savaş döneminden kalma köleciliği simgeleyen bayrağa tepki koyanlar; Barzani Örgütü'nü ve PKK Örgütü'nü destekliyor! İç Savaştan kalma konfederasyon bayrağını dalgalandırmayı sürdüren son eyalet olan Güney Carolina'ya tepkiler sürüyor.5 8. 1999 Milliyet) Güneyli milliyetçiler, dokuz eyaletin ABD'den ayrılmasını savunuyor.North Carolina eyaletinin Flat Rock kentinde bir araya gelen güneyli milliyetçiler dokuz eyaletin ABD'i yapısı dışında bir konfederasyon oluşturmasını amaçlayan Güney Partisi'ni resmen kurduklarını açıkladılar.11 Ağustos 1999 Milliyet) PKK'ın Washington 'da büro açmasına izin veren ABD'i, Teksas'ın bağımsızlığını isteyen Richard Mc Lorent'i bölücü diye tam 99 yıl hapse mahkum etti.ABD'in ikinci örnek adamı Robert Otto da 50 yıl hapse çarptırıldı.6 kasım 1997 Milliyet) Konfederasyon bayrağını kullanmaya devam eden Güney Carolina ekonomik boykot tehdidi altında. 5.8.1999 Milliyet) Bir gün yeneceğiz.Siyah politikacı j. Jackson önceki gün California Eyaleti'nin Riverside kentinde düzenlenen bir protesto gösterisinde her ırktan insan hakları savunucularına seslendi.1 Mart 1999 Milliyet) Bir çok ülkede son yıllarda ivme kazanan bölücü ve bölgeci hareketlerden ABD. ortaya çıkan eylemlerden bazıları basına bu şekilde yansımıştır.. Ortaya çıkan sosyal dinamikler ise, küresel güç merkezlerinin, hesaplarının tersine sonuçlar da vermeye başlamıştır. Başkan Wilson'un ulusların kendi kaderlerini kendilerinin tayini konusunda dil farklılığını ön gören yaklaşımı, güncellik kazanan hali ile, ABD ki etnik farklılıklar dikkate alındığında, konunun ileride bumerang etkisi yaratması ihtimalini de akla getirmektedir. (.ABD ki Hispanik topluluklar esas itibariyle son yıllarda artmıştır. 1970 de Hispanik topluluklar Amerikan nüfusunun %4 nü oluşturuyordu.1988 kadar bu oran %8 çıkmıştır. Asya toplulukları gibi bu grup derece farklı üç topluluktan oluşmaktadır. Meksikalılar "en kalabalık grup" Kübalılar ve Porto Rikolular ekonomik açıdan Hispanik topluluklarda geniş boşluklar vardır.Avrasya Dosyası.C.1. Sa.4..sf.149) Özetle ABD.in etnik farklılıkları gösteren tablosuna bakıldığında; Etnik Gruplar ----- SAYI --------- ORAN % İNGİLİZ..........29.548.000..........14 ALMAN..........25.543.000..........13 SİYAH............ 23.465.000..........11 İRLANDALI .........16.408.000.....8 (*) HİSPANİK........... 9.178.000.....5 İTALYAN..........8.764.000..........4 FRANSIZ........... 5.420.000..........3 POLONYALI.........5.105.000.........3 RUS.............2.188.000..........1 BELİRLENMEMİŞ...... 17.556.000....9 BAŞKA...........85.139.000.......... 42 (Kaynak: Avrasya Dergisi. C.1.Sayı.4..sf.145) NOT:(*) İrlandalıların Kelt kökenli oldukları, Keltler'in de Türklerle akrabalık ilişkileri hatırlanmalıdır. ABD sosyal yapısı içinde, değişik etnik gruplardan Afrika kökenlilerin durumları uzun yıllar sorunları da beraberinde taşımış ve etnik farklılıklar içinde önemli sorunlardan birini oluşturmuştur. Jefferson çekinmeden belirttiği gibi, 1865 kadar tüm Amerikan siyasal sistemi siyahların beyazlara bağımlılığına ve köleliğin bu sistemin doğal ve normal koşulu bulunduğu temellerine dayanır. 1860 başlarında, Senatoya Dred Scott kararının tüm ülkenin yasası olması isteğiyle verilen bir önerge tümüyle Abraham Lincoln tarafından ret edildi . Lincoln ayrıca, 1858 başlarında birlikten ayrılma tehdidinde bulunan köleci Güneylilere ve demokratlara bir de bir de ültimatom verdi. Bunu üzerine önce Güney Carolina ve arkasından 6 Güney Federe Devleti'nin Birlikten ayrılıp silaha sarılmasıyla 1861 de iç savaş başladı. Bu iç savaşta 600.000 kişi ölmüş, 1865 yılında köleliğe karşı kuzeyin zaferiyle sonuçlanmıştır.Bu rakam ABD'in Birinci Dünya Savaşında verdiği 116.000, İkinci Dünya Savaşında verdiği 405.000, Vietnam'da verdiği 58.000 kişinin tamamından fazladır.Tekin Erinç Tarihi Açıdan İnsan Hakları İhlalleri.sf.40) İç Savaş sonrasında.. bir takım düzenlemeler hedeflerinden saptırılmış , genelde 1937 yılına kadar da siyahların özgürlük ve eşitlikleri lehinde olan yasalara karşı olan tutumlar sürdürülmüştür. Tekin Erinç Tarihi Açıdan İnsan Hakları İhlalleri..sf.44) Özetle, Amerika'da XVII yy. başlarından itibaren başlayan kölelik olayı 1619 da Virgina sahillerinde ortaya çıkmış ve insan ticareti XVIII yüzyılda gelişerek 1860/1864 iç savaşına kadar devam etmiştir.Takip eden dönemde yasal düzenlemelerle siyahlara yönelik insan hakları ihlalleri önlenmeye çalışılmışsa da, ülkede yöresel olarak bu ayrım uzun bir süre almıştır. 1964 yılında, Başkan Jonson'un Vatandaşlık Hakları Yasası ile konuya yeni bir boyut getirilerek etnik ayrımcılığa son verilmek istenilmiştir! Yeni göçmenler, genellikle beyaz ırktan değillerdir ve kültürlerinin incelenip saygı gösterilmesinde israr etmektedirler. ABD.'i artık Avrupa kökenli bir ulus olmaktan çıkacağı noktaya doğru yaklaşmaktadır. Miami ile Los Angeles gibi önemli kent merkezlerinde bu daha şimdiden geçerlidir. Ancak güç, para ve sosyal statü hala çoğunlukta Avrupalı göçmenlerin torunlarının elindedir. Her dört Miamili'den biri evde İngilizce'den başka bir dil konuşmaktadır. New York City'de oturanların %41 evlerinde farklı bir dilden konuşurken, Los Angeles'tekilerin %40 farklı bir ülkede dünyaya gelmişlerdir. 1990 sayımına göre ülke genelinde bu sayı 32 milyondur.Richard J. Barnett ve John Cavanagh Küresel Düşler İmparator Şirketler ve Yeni Dünya Düzeni..sf.244) ABD.in sosyal yapısındaki dil ve kültür farklılıklarının, Wilson prensipleri açısından uygulama alanı bulması durumunda, ülkenin içine çekileceği kaosun boyutlarını tahmin etmek dahi mümkün değildir. Amerika'nın kültürel ve etnik yapısı sürekli olarak değişmektedir. 2010 yılında büyük bir ihtimalle her beş Amerikalı'dan biri İspanyol kökenli, biri Afrika ya da Asya kökenli olabilecektir. 2050 yılında ise, bu oranlar sırası ile, iki İspanyol, bir Afrikalı veya Asyalı ve iki Avrupalı olacaktır.Başka bir deyişle, Avrupalı oranı yüzde altmıştan, yüzde kırka düşecektir..Brzezinski ..Kontroldan Çıkmış Dünya.sf.127) ABD.de tarikat ayaklanması dış dünyadaki etnik kavgaları diplomatik yollardan veya askeri güç kullanma tehdidiyle çözümlemeyi başaran ABD.i yönetiminin başı bu kez içeride devlet otoritesine başkaldıran tarikatlarla belada. 1993 de Texsas Waco'daki 80 kişinin ölümüne yo açan Davidian tarikatı olayı ve geçen yılki "Oklohama" bombalamasından sonra ABD.i iki günden beri Montana'daki Freemen " Özgür İnsan" grubunun FBI ajanlarına meydan okumasıyla sarsılıyor.. ABD.de faaliyet gösteren aşırı sağ eğilimli silahlı milis güçleri çok büyük tehdit oluşturuyor.Çünkü devleti tanımayan bu güçlerin nihai amacı, hükümeti devirmek. Bu gruplardan biri olan Michigan Milislerigeçtiğimiz yılın "1995" Nisan ayında ABD.i tarihinin ikinci büyük eylemini gerçekleştirmiş ve Oklahama City'deki kamu binasını havaya uçurarak 100. e yakın insanın ölümüne neden olmuştur.28.3.1996 Hürriyet)

GRİP AŞISI TUZAGINA DIKKAT(ADİ ABD DEN ADİ TUZAK)

ABD Devletinin içindeki birilri dünya nufusunu belli bir periyotta üçtebir oranda azaltmak ve bu esnadada bir miktar-cık(turkıye butcesınden katkat fazla)parayıda cebe ındırebılmek ıcın heryıl yenı bır deneme yapmaktalar.Bunun ıcınde uyguladıkları en onemlı yontem MANYETİK ROZANS yontemıdır.Yanı genetık olarak bırbırıne baglı olan ırkları bır vırusle yok etmek.İlk denemeleri sarı ırk olarak bılınen uzakdogu ırkında denedıler vırusun adı SARS sonra dıgerlerı geldı gecen yılkı domuz grıbı buda TURK ırkını hedef alıyordu. Neysekı plan tutmadı kısmen bırşeyler yapabıldılersede bunu içimizdeki hainlerin yardımıyla yaptılar.Hatırlarsanız bır oktar babuna denen adı satılmışın ve medyadakı itlerinde yardımıyla bır kan bağışı kampanyası ile türk kan orneklerı amerıkan laboratuarlarına gıttı.Kan orneklerı dışarı çıkar çıkmaz ne olduysa şerefsiz babuna birden iyileşiverdi.Aslında onun hastalıgından bu kadar hızlı kurtulanında olmasıgını dusunursek oyun oldugunu anlamak ıcın çok zeki olmaya gerekde olmadıgını goruruz. iddia edıyorum bu sene yıne bır tuzak daha gelecek.bız bu durumda ne yapacagız. UYANIK OLACAGIZ TUZAGA DUSMEYECEGIZ.GRIBE KARŞI PORTAKAL YEMEYE DEVAM EDECEGIZ. GAVUR ELINDEN AYVAYI YEMEKTEN İYİDİR. SAYGILARIMLA. EROL TANRIVERDI. TUZAGIN OZETI AŞAGIDA. Finlandiya eski Sağlık Bakanı Dr. Rauni Kilde’den domuz gribi hakkında çor cesur açıklama.Domuz gribi aşısının bir aldatmaca olduğunu itirafa eden Dr. Kilde, “Bu aşı ile mümkün olduğunca dünya nüfusunun çoğu öldürülmek isteniyor” dedi.Bu düşüncenin eski ABD Başkanlarından Henry Kissinger’e ait olduğunu söyleyen Dr. Kilde, 14-15 Mayıs 2009 tarihinde yapılan Bilderberg toplantısında bu kararın alındığını belirtti.Dr. Kilde, bir televizyona yaptığı açıklamasında, “ABD, hiçbir maddi kayıp yaşamadan hatta milyarlarca dolar kazanarak dünya nüfusunu üçte iki oranında azaltmayı hedeflemektedir” diye konuştu.Dünya Sağlık Örgütü’ne domuz gribinin ölümcül bir salgın olduğu yönünde beyanda bulunması için baskı yaptıklarını belirten Rauni Kilde, “Böylece aşıyı tercihli değil zorunlu yapmak istiyorlardı. Özellikle hamile kadınların ve çocukların ilk önce aşı ile zorunlu tutulması gelecek nesilleri hedeflediğini göstermektedir” açıklamasında bulundu.Finlandiya hükümetinin sınıflandırmayı kabul etmediğini ve hastalığın derecesini normal hastalık olarak gösterdiğini ifade eden Kilde sözlerini şöyle sürdürdü; “Hiç kimse aşının bir yıl, beş yıl ya da 20 yıl sonra ne gibi etkilerinin olacağını bilmiyor: Mutlak kısırlık mı? Kanser mi? Ya da ölümcül herhangi bir hastalık mı?” Dr. Rauni Kilde, “Amerikan yönetimi ileride bundan dolayı doğacak herhangi bir sıkıntıdan dolayı ilaç şirketlerine bir sorumluluk yüklenmemesi için şimdiden önlemini aldı ve onları tüm sorumluluklardan muaf tuttu. Bu bile işin ciddiyetini göstermeye yeter” dedi.

BU UNUTULUR MU ? (Ama malesef unuttuk...)

Daha önce gönderdim ama herkes öğrenene kadar defalarca göndermekte yarar var diye düşününerek gönderdiyorum lütfen mazur görünüz ____________________________________________________________________________________BU UNUTULUR MU ? (Ama malesef unuttuk...) Birinci Dünya Savaşı'ndaIngilizlere, 150 bin askerimiz esir düştü. Bu askerlerden bir kismi daMısır'ın Iskenderiye şehri yakınlarında bulunan Seydibeşir Usare Kampı'nahapsedildi. Kampın tam adı, 'Seydibesir Kuveysna Osmanli Useray-i HarbiyeKampı' idi. Bu kampta, 1918'de Filistin cephesinde esir düşen 16.Tumen'in48. Alayı'na baglı Osmanlı askerleri tutuluyordu. 12Haziran 1920'ye kadariki yıl boyunca her türlü işkence, eziyet, agır hakaret ve aşagılamaya maruz kaldılar. Bu insanlık dışı muamelenin nedeni ise Ermeniler idi... Kamptaki, Türkçe bilen Ermeni tercümanların yalan, yanlış çevirileri vekışkırtmaları nedeniyle, kamplarin Ingiliz komutanları, azılı Türkdüşmanı kesilmişlerdi. Savas bitmişti. Ancak, kamptaki ağır koşullar nedeniyleölenler dışındaki askerleri teslim etmek, Ingilizler'in işine gelmiyordu.Cünkü, olasi yeni bir savasta, bu askerlerin yeniden karşılarınacıkabilecekleri, Ermeniler tarafından, Ingilizlerin beyinlerineişlenmişti. Çözüm toplu katliamdı... Askerlerimiz, mikrop kırma bahanesiyle, süngüzoruyla dezenfekte havuzlarına sokuldu. Ancak suya normalin cok uzerindekrizol maddesi katılmıştı. Mehmetçik, daha ayağını soktuğunda, aşırı krizolmaddesi nedeniyle haşlanıyorlardı. Ancak Ingiliz askerleri dipçikdarbeleriile askerlerimizin havuzdan çıkmalarina izin vermiyorlardi. Mehmetçikler,bele kadar gelen suya başlarını sokmak istemedi. Ancak bu kez Ingilizlerhavaya ateşetmeye başladı. Askerlerimiz, ölmemek için çömelerek başlarınısuya soktular. Ancak başını sudan kaldıran artık göremiyordu. Cünkügözleryanmıştı... Dışarı çıkanların halini gören sıradaki askerlerimizindirenişleri de fayda etmedi ve 15 bin askerimiz kör oldu. Bu vahset, 25Mayis 1921 tarihinde TBMM'de görüşüldü. Milletvekilleri Faik ve Şerefbeyler bir önerge vererek, Mısır'da esirlerin krizol banyosuna sokularak 15bin vatan evladının gözlerinin kör edildiğini, bunun faili olan ingiliztabip, garnizon komutanı ve askerlerinin cezalandırılması icin TBMM'ninteşebbüse geçmesini istediler. Tabiiki yeni kurulan devletin bin türlü sorunu vardı. Bu hesap sorma işide unutuldu gitti. Ama onlar unutmuyorlar... Kendi ihanetlerini bile soykırım ambalajına sarıp, dünyakamuoyuna sunuyorlar. En uzucu olanı da malum birilerinin, bu karalama kampanyalarına çanak tutması... ŞEHİTLERİMİZE SAYGINIZ VARSA 3 dakikanızı almaz bu emaili arkadaşlarınıza göndermek. ERMENİLER SOYKIRIM YAPILDIDIYEDÜNYAYI AYAĞA KALDIRIYOR BİZİM TARİHİMİZDEN HABERİMİZ YOK._

MİMAR SİNAN ve 400 YIL SONRASI.

 
"Bir Mimar Sinan eseri olan Şehzadebaşı Camii'nin 1990'lı yıllarda devam eden restorasyonunu yapan firma yetkililerinden bir inşaat mühendisi, caminin restorasyonu sırasında yaşadıkları bir olayı tv'de söyle anlatmıştı :
 
"Camii bahçesini çevreleyen havale duvarında bulunan kapılarıüzerindeki kemerleri oluşturan taşlarda yer yer çürümeler vardı.
 
Restorasyon programında bu kemerlerin yenilenmesi de yer alıyordu. Biz inşaat fakültesinde teorik olarak kemerlerin nasıl inşaa edildiğini öğrenmiştik, fakat taş kemer inşaası ile ilgili pratiğimiz yoktu.
 
Kemerleri nasıl restore edeceğimiz konusunda ustalarla toplantı yaptık.Sonuç olarak kemeri alttan yalayan bir tahta kalıçakacaktık. Daha sonra kemeri yavaş yavaş söküp yapım teknikleri ile ilgili notlar
alacaktık ve yeniden yaparken bu notlardan faydalanacaktık.
 
Kalıbı yaptık
 
Sökmeye kemerin kilit taşından başladık. Taşı yerinden çıkardığımızda hayretle iki taşın birleşme noktasında olan silindirik bir boşluğa yerleştirilmiş bir cam şişeye rastladık. Şişenin içinde durulmuş beyaz bir kağıt vardıŞişeyi acıp kağıda baktık.
 
Osmanlıca bir şeyler yazıyordu. Hemen bir uzman bulup okuttuk. Bu bir mektup idi ve Mimar Sinan tarafindan yazılmıştıŞunları söylüyordu ;
 
-"Bu kemeri oluşturan taşlarıömrü yaklaşık 400 senedir. Bu müddet zarfinda bu taşlar çürümüş olacağından siz bu kemeri yenilemek isteyeceksiniz. Büyük bir ihtimalle yapı teknikleri de değişeceğinden bu kemeri nasıl yeniden inşaa edeceğinizi bilemeyeceksiniz. İşte bu mektubu ben size, bu kemeri nasıl inşaa edeceğinizi anlatmak için yazıyorum...."
 
Koca Sinan mektubunda böyle başladıktan sonra o kemeri inşa ettikleri taşları Anadolunun neresinden getirttiklerini söylerek izahlarına devam ediyor ve ayrıntılı bir biçimde kemerin inşaasını anlatıyordu.
 
Bu mektup bir insanin, yaptığı işin kalıcı olması için gösterebileceğçabanın insan üstü bir örneğidir. Bu mektubun ihtişami, modern çağın insanlarının bile zorlanacağı taşıömrünü bilmesi, yapı tekniğinin değişeceğini bilmesi, 400 sene dayanacak kağıt ve mürekkep kullanması gibi yüksek bilgi seviyesinden gelmektedir.
 
Şüphesiz bu yüksek bilgiler de o koca mimarin erişilmez özelliklerindendir.
 
Ancak erişilmesi gerçekten zor olan bu bilgilerden çok daha muhtesem olan 400 sene sonraya çözüüreten sorumluluk duygusudur".