PKK ve kriptolar..!
Bilindiği gibi: bazı Avrupa ülkelerinde
son yıllarda ''Ermeni katliamı yapılmamıştır'' demenin anayasalarında
suç sayılması ve kanunlaşması yönünde yoğun çalışmalar yapılmaktadır.
Yine son yıllarda; Asala olaylarının bitmesinin ardından ,yurdumuzu şehit kanlarına boyayan PKK faaliyetleri yoğunlaşmıştır.
Bir avuç insanın(Çünkü; biliyoruz ki
yurdumuzda yaşayan bir çok Kürt vatandaşımız, bu olayları kınamakta ve
PKK terörünü lanetlemektedir.) böylesi bir eyleme tek başına kalkamayacağı ve ellerindeki donanıma sahip olamayacağı aşikardır.Arkasında
dostumuz gibi görünen ama her fırsatta kuyumuzu kazan devletlerin
olduğunu elbette biliyoruz. Ama bu kez konuya biraz daha farklı bir
açıdan bakmak istiyorum.
Asıl konuya geçmeden önce tarihimize
dönüp, Osmanlı döneminden bu yana, ülkede yaşanan ermeni olaylarına
kısaca göz atmanın, konun iyi anlaşılması açısından faydalı olacağını
düşünüyorum.
Ermeni olayları ile ilgili arşiv kayıtları incelendiğinde;1890 lı yıllardan başlayarak Ermenilerin defalarca ayaklanarak,Anadolu
topraklarında akla hayale gelmedik ve dünya üzerinde başka hiçbir
milletin yapamayacağı kadar zalim ve vahşice katliamlar yaptığı açıkça
görülmektedir.
Van - Diyarbakır - Halep - İskenderun yolu üzerinde bulunması nedeniyle;
Van,Bitlis,Muş, talori, Sason ermeni olaylarının en yoğun yaşandığı bölgeler olmuştur.
Ermeni komiteleri bu bölgeye pek fazla
değer vermişler, teşkilat, tertibat ve lider bakımından en becerikli
adamlarını, piskoposlarını buraya tayin etmişlerdir. Meşrutiyetin
ilânından evvel ve sonra Patrikhane en seçkin ve gözde papazlarını,
piskoposlarını buralara göndermiştir.
Sekiz yıl süren (1897-1905) Ermeni
canavarlığı çok kan dökmüş ve zorlukla bastırılmıştır. (Birinci Sason
İsyanı'nda olduğu gibi İkinci Sason İsyanı'nda da Sason, Bitlis
Eyaletine bağlı bir Sancak Merkezi durumunda bulunuyordu).
Komitecilerden Rusya'dan Kakakin, Ahlatlı
Serop, Antranik isyanların ele başıları olmuş,Bitlis, Sason,Van ve
siirtte birçok Müslüman Türkün evini ve barkını söndürmüştür.
Ermeniler, seferberliğin ilk günlerinde
Türkiye lehinde gösteriler yapmış,Askerlik şubelerine giderek silah ve
elbiselerini aldıktan sonra topluca firar etmeye başlamışlardır..
Kaçanlar ya düşman tarafına geçmiş veya çete olarak Türk devletine
karşı iç isyanlar çıkarmışlardır..
Bu çeteler, askerlik vazifesini yapmaya
giden Müslümanlara saldırmış, Müslümanlar vatanî vazifeleri için büyük
bir istekle koşarken, Ermenilerin hemen hepsi kenarda bucakta saklanmış.
Müslümanların geride kalan ana, baba, eş ve çocuklarını
katletmişlerdir.
Belgelerde,Bitlis,muş, Van'ın Özalp
ve Saray ilçelerinde Ermeniler tarafından bazı kadınların hamileyken
karınlarının deşildiğini, bazılarının çocukları ile tandırda yakıldığı,
genç kızların tecavüz edilip öldürüldüğü, erkeklerin ise kurşun ve süngü
ile katledildiği gözler önüne seriliyor.
Önce katliamları gerçekleştirip.
Arkasından da derhal İngiltere, Fransa, Rusya ve diğer yabancı
devletlere hitaben hazırlanmış telgraflar yağdırdılar. Yabancı
memleketlerdeki komite şubeleri de Müslümanların, sözde yaptıkları
mezalim hakkında miting ve gösteriler yaptılar. Yabancı devletlerin
parlamentolarına dilekçe vererek bu bölgedeki hayat şartlarını
bildirdiler. Böylece gerçek durumu bilmeyen birçokları, Ermeni
savunucusu ve koruyucusu kesildi.
Tıpkı şimdi yaptıkları gibi...
Halbuki esas mağdur ve mazlum olan Müslümanlardı. Mağdur ve mazlum Müslüman Türkleri Avrupa'ya zalim olarak tanıttılar.
Komite telkinleri olmadığı zamanlar, bu
bölgede Türklerle Ermeniler güzel, güzel geçinip gidiyorlardı. Muş -
Bitlis merkezlerinde ve çevrelerindeki birkaç yerden başka diğer az
sayıdaki Ermeni köylerinde bulunan Ermeniler, Ermenice dahi bilmezlerdi.
Türkçe konuşur, birbirleriyle iyi geçinir, birbirlerinin hak ve
mukaddesatlarına saygı gösterirlerdi.
Daha sonra Rus siyaset ve emellerine alet
olan satılmış komitecilerin telkin ve faaliyetleri, iş bulmak için
Amerika, Avrupa ve İstanbul'a giderek sonra memleketine dönen art
niyetlilerin, akılsızların fitne ve fesatlarının sonucu olarak Türk ve
Ermeniler arasında derin düşmanlık uçurumları açıldı. Bu bölge cehenneme
döndü.
Tarih tekerrürden ibarettir. O gün
Ermeniler di, şimdi de PKK Rusya'dan Kafkasya, İran ve Trabzon yoluyla
bölgeye silah ve patlayıcılar sokuldu. Şurası kesin ve şüpheye yer
vermeyen bir gerçektirki, doğu vilayetlerinin hiçbirinde Müslümanlar,
hiçbir zaman Ermeniler kadar silah sahibi olamamışlardır. Müslümanların
çifte ve kaval tüfeklerine, ağızdan dolma tabancalarına karşılık,
Ermenilerin her köyünde mükerrer seri ateşli yüzlerce Rus mavzerleri,
bombalar, gramamliherler, mavzer ve daha birçok son model tabancalar
bulunuyordu.
Saldırılar her zaman Ermeniler tarafından
yapılmış, Müslümanlar mağdur ve mazlum durumda kalmışlardır. Buna
karşılık Müslümanlar daima Ermenilerin koruyucusu kesilen Rus, İngiliz
ve Fransız Konsolosları tarafından tıpkı günümüzde olduğu gibi,olayların sebebi ve sorumlusu olarak gösterilmişlerdir.
Rus işgalinden sonra gelişen olayları Rus Generali Maslofski şöyle açıklamaktadır:
"Bitlis'in zaptından sonra 3 Mart 1916
öğle zamanı Antranik'in komutasındaki 1.inci Ermeni İntikam Taburu gece
hücumundan evvel arkada bırakılmış olduğundan, boğaza girerken müsaade
almadan şehre girmiş ve birçok Türk ailesinin toplanmış oldukları
Amerikan Hastanesi'ne koşmuşlar ve intikam kastiyle öldürmeye teşebbüs
etmişlerdir (Maslofski'nin bu açık itiraflarından başka, sadece
şehirlerdeki halk değil, yollardaki göç etmekte olan halkta topluca
öldürülmüşlerdir).
Bütün bu olaylardan sonra Ermeni isyanı
bastırılmış,1915 Mayıs ve Kasım aylarında ''Artık bu olanlardan sonra
bir arada yaşanılmasının mümkün olamayacağı anlaşıldığından,''Ülkemizde
ki Ermeniler tehcire tabi tutulmuştur.
Tehcir sırasında yetim kalan, zorla alı
konan veya aileleri tarafından Müslüman komşulara teslim edilen,
korumanın suç olduğunu bile, bile kendi köyünde saklayan Türkler yanında
kalan on binlerce çocuk olduğu belirtiliyor.
Bab-ı Ali Dahiliye Nezareti Emniyet-i
Umumiye Müdiriyesi tarafından Halep Valisi Bekir Sami Bey'e gönderilen 9
Ağustos 1915 tarihli şifreli telgrafta, "Erkekleri olmayan Ermeni
ailelerinin büyük şehirlere gönderilmemesi, kimsesiz Ermeni çocukların
İslam karyelerine dağıtılabileceği" belirtiliyor.
Bab-ı Ali Dahiliye Nezareti Aşayir ve
Muhacirin Müdüriyet-i Umum iyesi tarafından 30 Nisan 1916 tarihinde,
Adana, Erzurum, Edirne, Halep, Hüdavendigar, Sivas, Diyarbakır,
Ma'muretu'l-aziz, Konya, Kastamonu, Trabzon, İzmit, Canik, Eskişehir, Karahisar-ı Sahip, Mar'aş, Urfa, Kayseri ve Niğde mutasarrıflıklarına gönderilen şifreli telgrafta da dikkat çeken dört talimat bulunuyor:
1- Genç ve dul Ermeni kız ve kadınların evlendirilmesi;
2- On iki yaşına kadar olan çocukların bizim Darü'l Eytam (Yetimhane) ve öksüz yurtlarına tevzi'i;
3- Darü'l
Eytamların mevcudu kifayet etmediği takdirde sahib-i hal Müslümanlar
nezdine verilerek adab-ı mahalliye ile terbiye ve temsillerine;
4- Bunları kabul
ve terbiye edecek sahib-i hal Müslümanlar bulunmadığı takdirde
muhacirin tahsisatından ayda 30 kuruş i'aşe masrafı verilmek şartıyla
köylülere tevzi'ine ve erkama müstenid olarak pey-der-pey ma'lumat
Bakın zalim denen Osmanlının adaletine. Bu çocukların bakımını üstleneceklere ödenek tahsis ediyor.
Oysa Anadolu'nun Ruslar tarafından işgali
sırasında,şehirleri boşaltırken, ailelerin donar, yola dayanamaz diye
yanında götüremediği Türk çocukları, Ermeni çetelerince aklın
alamayacağı şekilde öldürülmüştü.
Patrikhane kayıtlarına göre , 1921
itibariyle Müslümanların evlerinde yaklaşık 63 bin 'halen
kurtarılamayan' Ermeni yetim var ve bunların illere göre dağılımı şöyle:
İstanbul ve civarında 6.000
İzmit, Bursa, Balıkesir 2.000
İnebolu 1.500
Eskişehir ve Konya 3.000
Kastamonu 500
Trabzon 2.500
Sivas 3.500
Kayseri 3.500
Erzurum 3.000
Diyarbakır ve Mardin 25.000
Harput 3.000
Bitlis ve Van 5.000
Patrikhane'nin rakamları abartıdan ne
kadar uzak, ne kadar ilmî bilmiyoruz. Ancak, bu alanda açık olarak toplu
rakam veren şu ana kadar ulaşabildiğimiz tek kaynak olduğunu
belirtmekte fayda var. Bu rakamlar Urfa, Malatya ve Osmaniye gibi
bugünkü illere göre değil, o zamanki yapılanmaya göredir
Salim Böhçe Malatya'da yaptıkları saha
araştırmasında 3 bin 500'den fazla bu şekilde gizli Ermeni olduğunu
tespit ettiklerini dile getiriyor 1995 sonrasında Gizli ve Mühtedi
Ermeniler üzerinde faaliyetlerin arttığı 2003 yılında isimleri Müslüman
120 kadar Ermeni asıllının Çavuşoğlu'ndaki kilisenin yeniden açılması
için dilekçe verdiğini anlatılıyor.Ermeni asıllı vatandaşlar üzerinden,
tapu kayıtlarına ve eski mal varlıklarına ulaşmak için de el altından
girişimler yürütüldüğü vurgulanıyor.
Bir başka ilginç veriye de Tunceli'de ulaşıldığını belirtiyor.
2.000 (iki bin) kişinin kendileri
göçmedikleri hâlde nüfus kütüklerinin Aydın'a alındığını; iki yıl sonra
bu kütüklerin din hanesinin 'Hıristiyan' iken 'Müslüman' hâline
dönüştürüldüğünü ve tekrar Tunceli'ye alındığını vurguluyor.
Mühtediler arasında, gerçekten Müslüman
olup buna göre yaşayanlar var. 'Kripto' yani 'gizli' Ermeniler ise,
sadece kimlikte Müslüman görünenler. Bugüne kadar tehdit
görülmediklerinden, devlet tarafından takip edilmemişler. Bir de nüfus
kütükleriyle oynamışlar.Bu sebeple, gerçek sayılarının tespit edilmesi
çokzor.
Özellikle son yıllarda bunlara yönelik
Ermeni gruplar tarafından çalışmalar var. Kimlikleri hatırlatılmaya
çalışılıyor. Para yardımında bulunuluyor. Bu insanların yarın
Türkiye'nin önüne toprak, tazminat talebiyle çıkacakları olası bir
ihtimal.
ASALA sonrası PKK'nın çıkması gibi, PKK
olaylarında da, bu insanların Türkiye içinde 'şehir terörü' amaçlı
kullanıldığı ve kullanılacağı kuvvetle muhtemel.
ASALA'nın finansörü Gulbenkyan Vakfı'nda 1980'de bir toplantı yapılıyor.
PKK'nın, bölgede Türkiye'nin otoritesini
zayıflatması ve nüfusu azaltması için 'maşa' örgüt olarak kullanılması
kararlaştırılıyor.
PKK'nın, Avrupa ve ABD'de başlangıçta iyi
bir lobi oluşturabilmesi ve destek almasın da bu çevrelerin yardımıyla
olduğu, PKK içerisinde, Ermeni kökenli elemanların varlığı Yine, PKK
kurucuları ve halen yöneticileri arasında da'Türkler' olması bu
olasılığı güçlendirmektedir.
Yalçın Küçük, 'Kürt Bahçesinde Sözleşi' kitabında,
Öcalan'ın babasının yakın Ermeni
dostlarından bahseder. Yine, annesinin baskın karakteri de öne çıkıyor.
''Ben, annesinin de Türk değil bir 'evlatlık' ya da 'kripto Ermeni'
olduğu kanaatindeyim.'' Demektedir.
Bugün kendi tarihlerine bakmadan Ermeni hamisi kesilen, sözüm ona medeni diye geçinen batı devletlerine ithaf olunur.
Soykırımla suçladıkları bu asil millet,
beş yüz yıl evvel İspanya'ya gemiler göndererek Yahudi milletini
Avrupa'nın katliamından kurtarmıştır.
Belki bunu hatırlar ve utanırlar.
Türkiye'de azınlıkların hakları ihlal ediliyor diyenlere Atatürk'ün anılarından bir öyküyle yanıt vermek istiyorum.
Atatürk Kurtuluş savaşı sonrası Adana'dadır. Bir köy yerine gelir. Adanalı gaziyi çağırır ve sorar.
-Bu villa kimin
-Kirkor efendinin
- Peki bu köşk
- Dimitri efendinin paşa hazretleri
- Peki diğer konak
- Salamon efendinin
ATATÜRK bu kez, az ötedeki toprak damlı, virane bir evin sahibini öğrenmek için sorunca, Adanalı gazi cevap verdi:
-Recep çavuşun paşam!
ATATÜRK, bu duruma biraz üzülmüş, biraz da sinirlenmiş idi.Yanındakilere emir verdi:
-Çağırın şu recep çavuşu
Recep çavuş gelince bir asker selamından sonra
-Emredin Paşam der
Ata, bu kez Recep Çavuş'a sormaya başladı:
-Bu villa Kirkor Efendinin, bu köşk
Dimitri Efendinin, şu konak Salamon Efendinin, o virane de senin! Bu
Ermeniler, Yahudiler, Rumlar bu evleri
dikerken sen neredeydin ? der.
Recep Çavuş, yıllarca savaş meydanlarında koşturmanın verdiği gönül yorgunluğuyla cevap verdi
-Sizinle beraberdim paşam! Trablus garp'ta, Çanakkale'de Dumlupınar'da Sakarya da...
Mustafa Kemal, bu cevap karşısında gözyaşlarını hem yanaklarına, Hem de yüreğinin ta derinliklerine akıtır!...
"Evet, Recep çavuş haklıdır.
Trablusgarp'ta, Çanakkale'de,
Sakarya'da, Dumlupınar'da TÜRK'ÜN istiklalini korumak için savaşırken
Adana'da toprak damlı bir kulübe yapmaya ancak zaman bulabilmiştir. "
Recep Çavuş Türk'ün yalnız istiklalini değil, namus ve şerefini de
korumuştur.
Memleketin bütün zenginliklerine sahip olan azınlıklarda Para ve mülklerinin üstüne yenilerini yığmakla meşgul olmuşlardı.
Bizde bir söz vardır
'' Merhametten maraz doğar''
Sanırım çok doğru bir söz..
Necla şener
www.alanyagazete.com
Kaynakça:
Bitlis valilik arşivleri,
Genel Kurmay Arşivleri
Erhan Başyurt
Prof. Cöhce
Yalçın küçük.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder